Yaşar Usta, Kundura Tamirciliğinin Kaybolan Sanatını Yaşatıyor
Yeşilçam filmlerinde Münir Özkul’un canlandırdığı unutulmaz karakter Yaşar Usta, bir sahnede patrona meydan okur: “Sen… Büyük patron, milyarder, para babası, fabrikalar sahibi… Sen mi büyüksün? Hayır, biz büyüğüz, biz” Bugünün milyarderleri ise büyük markalar, hızlı tüketim alışkanlıkları ve ucuz üretimle emeği tehdit ediyor. İşte o sahnedeki gibi bir duruş, bir zanaata adanmış ömür ve usta Yaşar Usta var Dersim’de. Babasından devraldığı ayakkabı tamirciliğini yarım asırdır sürdüren Dersim’in Yaşar ustası, sadece bir mesleği değil, sabrı ve emeği de ayakta tutuyor. Dersim’in Yaşar ustası, kundura tamirciliğiyle bu soruyu yeniden soruyor: Büyük olan kim? Milyarder markalar mı, yoksa yılların emeğiyle ayakta kalan bu küçük dükkânlar mı? Cevabı ne olursa olsun “emek” en büyük değer. Bir zanaatın ardında Yaşar Çakmak, 1960 yılında Dersim’de dünyaya gelmiş. Ailesi, 1954 yılında Hozat’ın Karaca köyünden Dersim’e göç etmiş. Babası, önce çay ocağında çalışmaya başlamış, sonra da elini ayakkabıcılıkla tanıştırmış. Yaşar Usta, babasının izinden gitmiş, ancak hayatının dönüm noktalarından birini 1980’lerin başında yaşamış. Bir gün üniversite sınavına girer, fakat siyasi olaylar nedeniyle okuldan ayrılmak zorunda kalır. O dönemde yaşanan korku dolu günlerden sonra memuriyeti de düşünür, ancak babası ona bu yolu önermez. Babasının öğüdü, “Memurlar benden borç para ister, gel sen zanaat öğren” olur. O günden sonra Yaşar Usta, mesleği öğrenmeye başlar ve yıllar içinde bu işin ustası olur. Ayakkabıcılığın geleceği Yaşar Usta, yaptığı işin sadece bir tamir değil, aynı zamanda bir sanat olduğunu vurguluyor. Mesleklerinin kaybolmak üzere olduğundan endişeli. Ona göre ayakkabıcılığın geleceği, tüketim kültürünün yaygınlaşmasından nasibini almış. Bugün, ucuz ve kısa ömürlü ayakkabılar, insanlar tarafından kolayca satın alınıp, atılıyor. “Bir ayakkabı alırsınız, bir kaç hafta sonra çöpe atılır,” diyor Yaşar Usta. Ama o, bir zamanlar bu mesleğin çok daha değerli olduğunu ve Avrupa’da hala bu işin sanatsal bir değer taşıdığını belirtiyor. Avrupa’da bir kişi aldığı ayakkabıyı yıllarca kullanmak için tamir ettirirken, Türkiye’de tüketim alışkanlıkları daha baskın hale gelmiş. El sanatlarına ilgi azalıyor Yaşar Usta, gençlerin geleneksel zanaatlere ilgi göstermemelerinden şikayetçi. Ancak sadece ayakkabıcılık değil, terzilik, berberlik, kalfalık gibi işçilik gerektiren mesleklerde de aynı sıkıntıyı yaşadığını ifade ediyor. “Gençler sadece okumayı tercih ediyor, ama el işçiliği öğrenmeliler. Çünkü sadece okumakla hayat geçmez,” diyor. Ona göre bu meslekler, tıpkı bir anne hizmeti gibi insanların ihtiyaçlarını gideriyor. Bir ayakkabı tamir edilerek tekrar kullanılabilir, bir terzi de eski elbiseyi yeni gibi yapabilir. Yaşar Usta, bu tür sanatların unutulmaması gerektiğini vurguluyor. Yaşar Usta’ya yılın Ahisi ödülü Yaşar Usta, zanaatındaki başarısını bir adım daha ileriye taşımış. 2015 yılında Dersim’de yılın ahisi seçilmiş. Ahilik, sadece bir meslek değil, bir kültürdür. Ahilik, esnaf ve zanaatkarların, birlikte çalışarak topluma hizmet etmeleri anlayışıdır. Yaşar Usta, bu ödülü almasının sebebini, yaptığı işin insanların ihtiyacını karşılamasında buluyor. “Bize sahip çıkın, bu sanatları yaşatın. Avrupa bunu değerli kılıyor, neden biz de kılmayalım?” diyor. Yaşar Usta’nın çağrısı Yaşar Usta, son sözlerinde bu sanatların ayakta kalabilmesi için gençlerin ilgisini bekliyor. “Ayağa kalkın, bu sanatları yaşatın, zarar etmeyiz,” diyor. Ömrünü bu zanaata adayan Yaşar Usta, hem kendi mesleği hem de diğer geleneksel sanatlar için gelecekten umutlu bir ışık yakmaya çalışıyor. Dersim’de belki de bir gün başka bir genç, Yaşar Usta’nın izinden gider ve bir kadim zanaat daha hayat bulur. Yaşar Usta, yalnızca bir kundura tamircisi değil; aynı zamanda bir kültürün, bir sanatın son temsilcisi. Onun hikayesi, mesleğin kaybolmaması için verdiği mücadelenin bir yansımasıdır. DERSİM/Sevim KAHRAMAN
HIZIR AYI BAŞLIYOR: DOĞANIN VE İNSANLIĞIN KORUYUCUSU
Ocak ayının 14’ü, Dersim coğrafyasında önemli bir başlangıcı işaret eder. Bu bir aylık kutsal süreç, doğanın ve insanlığın koruyucusu Hızır’a adanmış bir dönem. Yardım arayanlara yetişen bir el, dara düşene uzanan bir rehber olan Hızır, Dersim Aleviliğinde insanlığın vicdanını ve doğayla kurduğu kutsal bağı simgeliyor. Peki, Hızır kimdir? Neden Dersim coğrafyasının her taşında, suyunda, dağında onun izleri sürülür? Dersim’de Seyid Sevdin Ocağı’ndan Ali Doğan, bu kadim inancın derinliklerine ışık tutuyor ve Hızır’ın toplum için neden böylesine vazgeçilmez olduğunu anlatıyor. Ali Doğan, Hızır’ın Dersim kültüründe yalnızca bir kurtarıcı değil, aynı zamanda doğanın ruhunu temsil eden kutsal bir enerji olduğunu vurguluyor. Doğanın kutsallığı ve Hızır’ın izleri Dersim Aleviliği’nde Hızır, sadece bir kişi değil, bir yaşam felsefesidir. Ali Doğan, Hızır’ın Dersim kültüründe doğayla iç içe bir anlayışı temsil ettiğini şu sözlerle açıklıyor: “Hızır, toplumumuzun en büyük değerlerinden biridir. Her dua, ritüel ve yaşam pratiğinde Hızır’ın izleriyle karşılaşırız. Hızır sadece bir figür değil, doğanın, insanın ve evrenin enerjisini, gücünü temsil eder. Bazen bir ulu ağaç, bazen bir su kaynağı, bazen de bir dağ olarak karşımıza çıkar. Hızır, binbir donda karşımıza çıkan ve her an yanımızda hissedilen bir hakikattir.” Bu derin bağ, Dersim halkının doğaya bakışını da şekillendiriyor. Doğaya zarar vermenin Hızır’a saygısızlık anlamına geldiği inancı, bölge halkının çevreye olan hassasiyetini artırıyor. Hızır ayı: Dayanışma ve barışın ayı Hızır, Alevi inancında fakirlere yardım eden, zor durumda olanları kurtaran, doğanın düzenini sağlayan ve evrenin dengesini koruyan bir varlık olarak görülüyor. Hızır ayı, Alevi inanç takvimine göre Ocak ayının 14’ünde başlayıp bir ay boyunca devam eder. Bu süreç, doğa ile insanın ilişkisini yeniden şekillendiren ve toplumsal dayanışmayı güçlendiren ritüellerle anılıyor. Bu süreçte oruç tutulur, lokmalar hazırlanır ve komşulara dağıtılır. Cemler, insanların bir araya gelerek dargınlıkları sona erdirdiği, rızalık aldığı, adalet ve dayanışmanın sağlandığı kutsal bir mekanizmadır. Ali Doğan, bu ayın toplumsal birliği güçlendiren önemini şu sözlerle vurguluyor: “Üç gün boyunca Hızır orucu tutulur. Oruç, temiz bir beden ve temiz bir kalple tutulur. Ardından Hızır lokmaları hazırlanır ve komşulara dağıtılır. Bu dönemde Hızır cemleri düzenlenir; toplum bireyleri bir araya gelir, haklarını helal eder ve rızalık temelinde barışır. Hızır ayı, insanın kendisiyle, doğayla ve çevresiyle barış içinde olması için bir fırsattır. Bu ayda yapılan ritüeller, sadece bir ibadet değil, aynı zamanda dayanışmayı yeniden hatırlatan bir öğretidir.” Hızır’ın Evrensel Mesajı Hızır inancı, yalnızca Dersim Aleviliğine özgü bir ritüeller bütünü değil, insanlık ve doğa arasındaki dengenin önemine dair evrensel bir öğretiyi de temsil eder. Ali Doğan, bu öğretinin temelini şöyle ifade ediyor: “Doğa ile insan arasında rızalığa dayalı bir ilişki kurulduğunda Hızır’ın varlığı hissedilir. Temiz bir kalp ve iyi niyetle hareket eden insanlar, Hızır’ı her an yanında bulur. Hızır, sevgi, birlik ve dayanışmanın sembolüdür.” Hızır inancı, modern dünyada kaybolmaya yüz tutmuş birçok değeri hatırlatıyor: Yardımlaşma, doğayla uyum, barış ve sevgi. Dersim coğrafyasının her köşesine sinmiş bu kadim öğreti, bugün insanlığın ihtiyaç duyduğu bir bilgelik kaynağı olmaya devam ediyor. DERSİM/Suay Abak
10 OCAK: GAZETECİLER BASKI ALTINDA HAKİKATİN PEŞİNDE
Türkiye’de ve bölgede gazeteciler, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nü yoğun baskıların gölgesinde karşılıyor. İfade özgürlüğüne yönelik saldırılar artarken, gazeteciler tutuklanıyor, yargılanıyor ve hatta katlediliyor. Türkiye 2024 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 180 ülke içerisinde 158’inci sırada yer alırken Dersim’de gazetecilik yapan Cihan Berk ve Hüseyin Yaşar Sezgin, bu baskılar karşısında mesleklerinin onurunu ve hakikatin peşinde olmanın direncini koruduklarını ifade ediyor. BERK: HAKİKATİN SAVAŞÇILARI BOYUN EĞMEZ Cihan Berk, gazetecilere yönelik baskıları hatırlatarak, sadece haber yaptığı için hapishanede olan meslektaşlarının bulunduğunu belirtti. 7 Ekim 2023’ten bu yana İsrail’in Gazze’de 201 gazeteci ve medya çalışanını katlettiğini, Türkiye’de ise 18 gazetecinin hapishanelerde olduğunu vurguladı. Berk, “AKP-MHP iktidarı gerçeklerin halka ulaşmasını engellemek için gazetecileri hedef alıyor. Ancak Musa Anter ve Metin Göktepe’nin bıraktığı yoldan ayrılmadan gerçekleri halka ulaştırmaya devam edeceğiz. Gerçekleri halka ulaştıranlar her zaman egemenlerin hedefinde oldular. Bizler hakikat savaşçıları olarak baskılar karşısında diz çökmeyeceğiz.” dedi. SEZGİN: DERSİM’DE GAZETECİLİK HEM ZOR HEM ONURLU Hüseyin Yaşar Sezgin ise Dersim’de gazetecilik yapmanın hem zorlu hem de onurlu bir mücadele olduğunu söyledi. Özellikle ekolojik yıkımlara karşı direniş ve inkar politikalarının takipçisi olmanın, kentte gazetecilere büyük sorumluluk yüklediğini ifade etti: “Dersim’de her gün ekolojik, politik ya da sosyal bir mücadele var. Ancak bu dinamizm gazetecileri de sürekli bir baskıya maruz bırakıyor. Kolluk kuvvetleri eylemlerde gazetecilere saldırıyor, gözaltına alıyor. İktidarı eleştiren her haber bir dava tehdidiyle karşı karşıya. Buna rağmen hakikati savunmak ve halkın haber alma hakkını korumak bizim görevimiz.” Sezgin ayrıca, gazetecilik mesleğinin anlamını şu ifadelerle özetledi: “Nazım’ın, Cihan’ın, Metin’in kalemlerinin asla yere düşmeyeceğini bir kez daha belirtmek isterim. Gazetecilerin onurlu mücadelesi devam edecektir. Yaşanan baskılar ne kadar yoğun olursa olsun, biz gazeteciler hakikatin izinde yürümeye devam edeceğiz. Bu halkın, bizden gerçekleri öğrenmeye hakkı var.” SON BİR YILDA 442 GAZETECİ YARGILANDI Son bir yılda Türkiye’de 442 gazetecinin yargılandığı, 26’sının ise tutuklandığı bir dönemde, gazetecilik faaliyetleri giderek zorlaşıyor. Özellikle kadın ve LGBTİ+ gazeteciler, mobbing, taciz ve baskılarla mücadele etmek zorunda kalıyor. Bu yıl, Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’in Kuzey ve Doğu Suriye’deki çatışma bölgelerinde haber takibi yaparken katledilmesi, gazeteciliğin risklerini ve önemini bir kez daha gözler önüne serdi. Gazeteciler, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nü tüm bu baskılara rağmen mesleklerinin onurunu savunarak karşılıyor. DERSİM/ Hıdır YILDIZ
DERSİM’DE KADİM ŞİFA VE ENERJİ BULUŞMASI
Dersim’in mistik dokusu ve kadim kültürel mirası, Astrolog Ezgi Emir’in önderliğinde yeniden hayat buluyor. Şifa, astroloji, meditasyon ve enerji çalışmaları gibi alanlarda uzmanlaşan Emir, doğup büyüdüğü topraklara dönüş yaparak, buradaki derin tarihi ve manevi potansiyeli yeniden gün yüzüne çıkarıyor. Ezgi Emir, Dersim’e dönme kararını açıklarken, bölgenin tarihi ve enerjisel anlamda kendisi için özel bir yere sahip olduğunu belirtti. Emir, Dersim’in kadim Aryan halklarına dayanan kültürel mirasını, astroloji ve şifa çalışmaları ile birleştirerek, Dersim Şifa Platformu’nu kurdu. Bu platform, yalnızca bireysel eğitimler değil, aynı zamanda bölgedeki şifacıların bir araya gelmesi için bir merkez işlevi görüyor. Kadim Bilgelik ve Astrolojinin İzinde Ezgi Emir, astrolojinin derin tarihi ve felsefesine dair şu ifadeleri kullandı: “Astroloji sadece bir bilim dalı değil; aynı zamanda insanın kendini bilme yolculuğudur. Bu topraklarda geçmişe baktığımızda, Mitraizm’den Zerdüşt kültürüne, hatta antik İran halklarının bilgeliğine kadar pek çok kadim bilginin izi var. Dersim, “Ley hattı”* üzerinde yer alıyor ve bu nedenle enerjisel anlamda çok güçlü bir merkez. Bu potansiyeli şifa çalışmalarıyla yeniden canlandırmayı amaçlıyoruz.” Astrolojiyi yalnızca yıldızların hareketlerini yorumlamak olarak değil, insanın varoluşunu anlamasına yardımcı olan bir araç olarak gören Emir, bu alandaki bilgisini bölgenin kültürel zenginliğiyle harmanlayarak katılımcılara aktarıyor. Şifa Çalışmaları ve Dersim’in Manevi Mirası Dersim Şifa Platformu’nda astroloji eğitiminin yanı sıra meditasyon, çakra dengeleme ve enerji çalışmaları gibi dersler de veriliyor. Emir, bölgenin doğal sembollerinin, özellikle dağ keçileri ve Munzur’un alabalıkları gibi kutsal figürlerin, şifacılıkla derin bir bağ kurduğunu ifade etti. “Dersim’deki semboller, oğlak ve balık burçlarının enerjisini taşıyor. Bu semboller hem manevi hem de doğasal düzeyde büyük bir anlam ifade ediyor. Şifa, insanın doğayla, kendisiyle ve Tanrı’yla yeniden bağlantı kurmasını sağlar. Dersim’de bu enerjiyi hissetmek ve kullanmak mümkün,” dedi. “En büyük şifa kendini bilmek” Ezgi Emir, Dersim’deki ziyaret yerlerinin ve halk inanışlarının, Zerdüşt kültürüne dayanan bir şifa enerjisini taşıdığını belirtti: “Bugün bile büyüklerimiz, güneşe ellerini açıp dua ediyor. Bu gelenek, Zerdüştiliğin kadim güneş kültünden geliyor. Ziyaret yerlerimizdeki enerjiyi korumak ve bu mirası yaşatmak bizim sorumluluğumuz.” “En büyük şifa, insanın kendini bilmesinde yatar. Kendini bilmek, varoluşu anlamaktır ve bu anlam, bilincin evrimini getirir. Asıl devrim budur: Bilmek ve farkında olmak,” diyen Ezgi Emir, çalışmalarını bu bilinçle sürdürüyor. DERSİM/ Özkan Ulucan *“Ley hattı”, çeşitli tarihi yapılar, tarih öncesi alanlar ve önemli dönüm noktaları arasında çizilen düz hizalamalardır.
Aile Hekimleri Mücadelede Kararlı
“Aile Hekimlerinden Sağlık Bakanlığı’na Tepki: İş Güvencesi ve Halk Sağlığı Tehlikede” Türkiye genelinde iş bırakan aile hekimleri, Sağlık Bakanlığı’nın yeni yönetmeliğiyle iş güvencelerinin zayıflatıldığını, hasta-hekim ilişkilerinin zarar gördüğünü vurguluyor. Aile hekimliği sistemine yönelik performans kriterleri ve maaş kesintileri, hekimler ve sağlık çalışanları arasında büyük bir tepki yarattı. Sağlık Bakanlığı’nın 1 Kasım’da yürürlüğe koyduğu “Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliğinde Değişiklik” sağlık çalışanları tarafından “Eziyet Yönetmeliği” olarak nitelendiriliyor. Türkiye genelinde 6-10 Ocak tarihlerinde düzenlenen iş bırakma eylemleriyle hekimler seslerini duyurmaya çalışıyor. “İş güvencemiz elimizden alınıyor” Yeni Yönetmelik Tepkilerin Odağında Sağlık Bakanlığı’nın yeni düzenlemesi, hekimlerin gelirlerini performans kriterlerine bağlarken, iş güvencesi ve özlük haklarını da ciddi şekilde etkiliyor. Dersim’de aile hekimi olarak görev yapan Dr. Nejdet Kaymak, yönetmelikle getirilen yaptırımların hekimler üzerinde ciddi bir baskı oluşturduğunu belirtiyor: “Bu yönetmelikle hekimlere sürekli ekonomik ve bürokratik baskı uygulanıyor. Hasta ilaç yazılımından, laboratuvar kullanımına kadar her alanda kısıtlamalar getiriliyor. Memnuniyet anketleri gibi ölçütler üzerinden iş güvencemiz elimizden alınmaya çalışılıyor.” Yeni düzenlemeye göre: •Doğum sonrası lohusa hastalara %98 ulaşma hedefi kondu; ulaşılamayan hastalar nedeniyle maaş kesintileri uygulanıyor. •Aile sağlığı merkezine kayıtlı ancak 6 ay boyunca muayene için gelmeyen hastaların faturası aile hekimlerine kesiliyor. •Yönetmeliğe uymayan bir hekimin maaşından 30-40 bin TL’ye kadar kesinti yapılabileceği ifade ediliyor. Dr. Kaymak, düzenlemenin hasta-hekim ilişkisini zedelediğini şu sözlerle vurguluyor: “Hekimlere getirilen ilaç yazma ve laboratuvar kullanımı sınırlamaları, tedavi süreçlerini olumsuz etkiliyor. Hekimler tedaviyi ekonomik kaygılarla sınırlamak zorunda kalacak. Bu durum, hastaların tedaviye erişimini zorlaştıracak ve sağlık hizmetlerinin niteliğini düşürecektir.” Maliyet Yükü Artıyor Hekimlerin yalnızca tedaviye odaklanması gerekirken idari ve mali sorumluluklarla boğuştuğunu belirten Dr. Kaymak, aile sağlığı merkezinin giderlerini aile hekimlerinin kendilerine ayrılan cari gider kaleminden karşıladıklarını fakat cari gider kalemlerinde de kısıtlama getirdiklerini söyleyerek “Kiralardan sigorta giderlerine kadar her şey yükseliyor. Ancak cari gider kalemleri aynı oranda artmıyor. Bizim işimiz hesap yapmak değil, sağlık hizmeti sunmaktır. Bakanlık bu sistemi sürdürülebilir hale getirmeli.” Talepler Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve diğer sağlık meslek örgütleri, yönetmeliğin geri çekilmesini ve aile hekimliği sistemine yönelik daha gerçekçi ve sürdürülebilir bir yaklaşım benimsenmesini talep ediyor. 6-10 Ocak tarihlerinde Türkiye genelinde düzenlenen iş bırakma eylemleriyle seslerini duyuran sağlık çalışanları, halk sağlığını koruma adına mücadelelerinin süreceğini belirtiyor. Sağlık Bakanlığı’nın aile hekimliği sistemine yönelik politikalarının halk sağlığına ve hekimlerin çalışma koşullarına etkisi önümüzdeki günlerde daha fazla tartışılacak gibi görünüyor. Aile hekimleri, taleplerinin karşılanması için mücadelelerini sürdürmeye kararlı. DERSİM/ Hıdır Yıldız
DERSİM’DE KADİM İNANÇLARIN HARMANLANDIĞI BİR GELENEK : KHAL GAXAN
Yeni yıl, dünyanın dört bir yanında farklı kültürlerin kendi gelenek ve ritüelleriyle kutladığı bir başlangıç anıdır. Batıda Noel ve yılbaşı, Ermenilerde Amanor, Kürt Alevilerde Gaxan, Türkmenlerde Saya Gelin… Her toplum, yeni yılın gelişini doğanın döngülerine duyduğu saygıyla selamlar. Dersim Alevileri için ise bu zaman, Gaxan ayıdır; yeni yılın ve aynı zamanda kış mevsiminin karşılandığı kutsal bir dönem. Dersim coğrafyası, kadim inançların bir arada harmanlandığı ve zengin kültürel mirasların yaşatıldığı bir bölge olarak dikkat çekiyor. Kureyşan Ocağı dedesi Kadir Bulut, Gaxan geleneği üzerine yaptığı değerlendirmelerde, bu coğrafyanın kültürel ve inançsal zenginliklerini şu sözlerle ifade ediyor: “Dersim’in toprakları dervişlerin toprağıdır. Burada birçok kadim inanç harmanlanmış ve günümüze kadar gelmiştir. Gaxan da bu zenginliklerin bir yansımasıdır. Bu, eski yılın uğurlanması ve yeni yılın bereketle karşılanması için yapılan bir kutlamadır.” GAXAN’IN KADİM KÖKENLERİ Gaxan, Dersim’de Aralık ayına denk gelen ve eski yılın uğurlandığı, yeni yılın bereketle karşılandığı bir dönemdir. Kureyşan Ocağı Dedesi Kadir Bulut, Gaxan’ın kökenlerinin yalnızca Dersim ile sınırlı olmadığını, bu geleneğin bölgedeki diğer kadim inançlarla da bağ kurduğunu belirtiyor: “Gaxan’ı yalnızca Dersim’e has bir gelenek olarak görmek doğru olmaz. İran’daki Tanrı Mitra’nın doğumuna kadar uzanan, Hristiyanlıkta İsa’nın doğumu olarak kutlanan ya da Sümerler’in bereket ritüellerine dayanan birçok inançla bağlantılar görüyoruz. Bu, bir coğrafyanın tüm inançlarını harmanlamasının bir sonucu.” DERSİM’DE GAXAN: KÜLTÜR VE İNANÇLARIN HARMANI Dersim’de Gaxan, yalnızca bir eğlence dönemi değil, aynı zamanda inançsal bir ritüel olarak da yaşatılıyor. Bu dönemde eski yılın bereketle kapatılması, yeni yılın sağlık ve huzurla gelmesi için dualar edilir. Bulut, Gaxan’ın Dersim’de diğer inançlardan farklı bir derinlik kazandığını söylüyor: “Dersim’de Gaxan, üç-dört haftaya yayılan bir süreçtir. Lokmalar dağıtılır, oruçlar tutulur, cemler yapılır ve yeni yılın huzurlu geçmesi için temennilerde bulunulur. Bu, eski hesapla Aralık’ın ortasından başlayarak Ocak’ın ilk haftasına kadar sürer. Oruçların ardından Hızır Ayı başlar ve doğanın yeniden canlanışı kutlanır.” GAXAN’IN RİTÜELLERİ VE SİMGELERİ Gaxan döneminde, özellikle çocuklar ve gençlerin katıldığı eğlenceler düzenlenir. Fadikê, Khalkêk ve Arap adlı üç karakterin yer aldığı Khalkek” ya da “Khalık u Fatık” adlı oyunlar bu döneme renk katar. Kadir Bulut, bu karakterlerin anlamını şöyle açıklıyor: “Kalkê yaşlılığı ve geçen yılı simgeler; Fadikê doğayı, canlılığı ve üretkenliği temsil eder. Arap ise kötülüğü uzaklaştıran, koruyucu bir figürdür. Bu oyunlar, eski yılın bilgeliğini ve yeni yılın enerjisini bir araya getirir.” Ayrıca, ev ev dolaşılarak buğday, un, şeker ve diğer gıda ürünleri toplanır. Toplanan ürünler, bereketin temsili olarak pişirilir ve paylaşılır. Bulut, bu ritüelin doğanın döngüsüne olan inancı da yansıttığını belirtiyor: “Toprak, bu dönemde dinlenir ve yeniden canlanmaya hazırlanır. Biz de doğayla birlikte bu döngüye uyum sağlarız. Eski yılın yükünü bırakır, yeni yılın bereketini karşılarız.” GAXAN’IN ÖNEMİ VE KORUNMASI Kadir Bulut’a göre, Gaxan yalnızca bir gelenek değil, aynı zamanda kadim inançların ve kültürel zenginliklerin yaşatılması için önemli bir araçtır. Bu geleneğin genç nesillere aktarılmasının önemine vurgu yaparak şunları ekliyor: “Bu coğrafya, birçok inancın izlerini taşır. Gaxan, bu zenginliklerin unutulmaması ve yaşatılması için bir fırsattır. Bu değerler, bize bu toprakların kadim ruhunu hatırlatır.” Dersim’de Gaxan, hem geçmişin izlerini hem de geleceğe yönelik umutları içinde barındıran bir gelenek olarak yaşamaya devam ediyor. Kadim inançların harmanlandığı bu topraklarda, Gaxan gibi gelenekler, kültürel kimliğin birer taşıyıcısı olmaya devam ediyor. Gaxanê sima bimbarek bo. Gaxan pîroz be. DERSİM/ Özkan Ulucan
Dersim’in Kadim Şifasının İzinde: Saniye İldeniz
Dersim, yüzyıllardır doğanın şifa gücünü insanlara taşıyan kadim bir coğrafya. Bu coğrafyada yetişen Saniye İldeniz, babaannesinden miras kalan bilgilerle modern tıp ve geleneksel yöntemleri bir araya getirerek insanlara şifa olmaya devam ediyor. Dersim, yalnızca doğasıyla değil, inanç ve şifa gelenekleriyle de dikkat çeken bir coğrafya. 350’si endemik olan binlerce bitkiye ev sahipliği yapan bu topraklarda yüzyıllardır şifa geleneği sürdürülüyor. Bu gelenek, Dersim’in yerel halkından Saniye İldeniz gibi şifacı isimlerle yaşamaya devam ediyor. Saniye İldeniz, bu kadim kültürün içinde büyümüş bir kadın. Babaannesinden öğrendiği bilgilerle modern tıbbın önemini harmanlayarak insanlara şifa dağıtıyor. “Ben kendimi denizde bir kum tanesi gibi görüyorum,” diyen İldeniz, öğrendiklerini gençlere aktarmanın önemine vurgu yapıyor. Dersim’in inanç merkezleri ve doğa ile iç içe geçmiş kültürü, Saniye İldeniz’in çocukluk yıllarında onun en büyük öğretmeni olmuş. Güneş, ay, su ve toprak gibi doğanın unsurlarına saygı duyarak büyüdüğünü anlatan İldeniz, “Her bitkinin bir sebebi olduğuna inandığımız bir coğrafyada yaşıyoruz,” diyor. BİTKİLER VE DOĞA Şifa geleneğinin temelini oluşturan bitkilerin dikkatli kullanılması gerektiğini belirten İldeniz, babaannesinden öğrendiği birçok yöntemi aktarıyor. Sirkenin geçmişte hastalıkların tedavisinde nasıl kullanıldığını şu sözlerle dile getiriyor: “Sirke, yan etkisi olmadığı için yaralardan egzamalara, hatta uyuz hastalığına kadar birçok alanda kullanılmış. Bitkileri sirkeyle yıllandırarak şifalı ilaçlar üretmişler. Cilt hastalıklarından kurşun yaralarına kadar birçok alanda kullanılırdı. Topuk çatlakları, el nasırları gibi sorunlara karşı da bitki köklerinden yapılan kremler yapılırdı. Biz de bu bilgileri günümüze kadar aktarmaya çalışıyoruz.” MODERN TIPLA GELENEKSELİN HARMANI Modern tıbbın önemini kabul etmekle birlikte, geçmişten gelen bilgilerin unutulmaması gerektiğini savunan İldeniz, gençlerin bu bilgileri öğrenmesi için daha fazla çaba sarf edilmesi gerektiğini söylüyor: “Geçmişini bilmeyen, geleceğini bilemez. Doğa bize her zaman bir şeyler öğretir. Biz de bu bilgileri koruyarak yeni nesillere aktarmalıyız.” Dersim’de 350’si endemik olmak üzere binlerce bitki türü ile bu zenginlik, bölgeyi bir şifa merkezi haline getiriyor. Özellikle papatya, kantaron, adaçayı ve kekik gibi bitkiler, geleneksel tıbbın vazgeçilmezleri arasında. Bu bitkiler sadece hastalıkların tedavisinde değil, aynı zamanda uzu süre saklanarak şifa üretmek için kullanıyor. GELECEK NESİLLERE MİRAS Saniye İldeniz, kadim bilgileri geleceğe taşımak için çaba gösteriyor. Gençlerin doğaya ilgisizliğinden yakınan İldeniz, şu çağrıyı yapıyor; “Gençler maalesef bilgisayar başında zaman geçiriyor. Ancak geçmişini bilmeyen geleceğini bilemez. Doğayı anlamalı, onun dilini öğrenmeliyiz. Çünkü bu bilgiler yalnızca bizim için değil, tüm insanlık için önemli.” Saniye İldeniz gibi isimler sayesinde Dersim’in kadim şifa geleneği yaşamaya devam ediyor. Doğanın ve inancın iç içe geçtiği bu topraklar, nesiller boyu insanlığa şifa olmaya devam edecek gibi görünüyor. Özkan Ulucan / Dersim
Dersim’de Gaxand Bayramı Coşkuyla Kutlandı
Dersim’de yeni yıla Gaxand etkinlikleriyle girildi. Dersimliler bu yıl Dersim Kültür ve Doğa Derneğinin düzenlemiş olduğu Gaxand kutlamasında güzel görüntüler oluşturdular. Çarşı içindeki dükkanlara uğrayarak “lokma” toplayan grup topladıkları nakdi yardımları dayanışma için ihtiyaç sahiplerine pay etti. Burada konuşma yapan Mehmet Yüksel, “bizim Alevi inancında Alevi inancında bazı günlerimiz var ki bu toplumsal olarak bizi ayakta tutan, bir arada tutan değerlerimizdir. Bunların ilki ‘Gaxanddır’. Bizim kültürümüzde ‘Gaxand’ demek yeni yıla giriş demektir. Alevi inancının en önemli özelliklerinden bir tanesi de kendisinden önce komşusunu, insanı ve doğasına duyduğu saygıdır. Alevi inancında bu bölüşüm bu kadar varken, bunun yanında vefa vardır. Ailemizden ayrılan bacılarımız, kız kardeşlerimiz var. Analarımız var. Bunlar yıllarca el ele bir emek verir. Emek sonucunda da belli bir yaştan sonra da giderek kendi yuvalarını kuruyorlar. Kız yıllarca çalışmıştır. Yeni bir eve gitmiştir. O eve giderek o kızı ziyaret ediyorlar. Bu aynı zamanda da Dersim Alevi inancında kadına verilen değerdir. Yani ailede en önemli üye kadındır bizde. En önemli özellikler bir tanesi de haktır, hukuktur, paylaşımdır, arınmadır. Yani bütün kötülükten arınmak, kapı komşumuzda varsa, toplumsal olarak bir sorunlarımız varsa bunları barışçıl bir yolla çözmemizdir. Bizim Alevi inancına baktığımız zaman, bu dinler tarihine de baktığımızda bir yerde Zerdüşt’te bir yerde Konfüçyüs’te iyilikler ön plandadır. Bu inançlara baktığımızda bizim tüm toplumumuza şunu söylüyoruz. Biz bütün alemin, bütün doğanın, bütün insanların bir şekilde barış içinde yaşamasını diliyoruz. Yeni yıl dediğimiz ‘Gaxand’ bizim için zor geçecek kış şartlarının ilk ayıdır hikayedir. 21 Aralıkla -21 Mart arasında üç aylar dediğimiz bu dönemlerden geçiyoruz. Biz yeni yılın yani ‘Gaxandın’ , Hızır orucunun başta bu kadim topraklara, Orta Doğu’da, Mezopotamya’da, Anadolu coğrafyasında barışı getirmesini diliyorum. Tüm toplumumuza barış getirmesini diliyoruz. Hak, hukuk, adaletin var olmasını diliyoruz.” Dedi. Ardından Gülbanglar çekilip dualar edildi çerağlar yakılıp lokmalar pay edildi. Dersim
“KÖYÜMÜZDE RES PROJESİ İSTEMİYORUZ”
Köylüler RES projesine tepkili: Proje üretimin olmadığı alanlara yapılsın Dersim’in Pülümür ilçesine bağlı 6 köyün sınırları içerisinde yapılması planlanan ve 10 adet tribünden oluşan Rüzgâr Enerji Santrali’nin bölgede hayvancılık ve arıcılığı olumsuz etkileyecek. Köylüler, RES projesinin bölgedeki hayvancılık ve arıcılığı kötü anlamda etkileyeceği için yetkililerin projeyi gözden geçirmesini talep ediyor. Mina Marble Mermer Maden Ticaret A.Ş. tarafından planlanan “Paşa Depolamalı Rüzgar Enerji Santrali (DRES) Projesi”nin, Dersim’in Pülümür ilçesindeki Seteriye (Dağyolu), Mezra Sılêmanu (Süleymanuşağı), Hacılı, Gocanage (Göcenek), Zımag (Közlüce), Hasangazi köylerinin sınırları içerisinde yapılması planlanan ve 10 adet tribünden oluşan Rüzgâr Enerji Santrali’nin bölgede hayvancılık ve arıcılığı olumsuz yönde etkileyecek. “ARICILIK KÖTÜ ANLAMDA ETKİLENECEK” Resmi kayıtlara göre Pülümür’de ilçe tarıma kayıtlı 15 bin arı kovanı olduğunu ifade eden Pülümür Merkez Mahallesi Tarımsal Kalkınma Kooperatifi Yöneticisi Gürol Yılmaz, “130’a yakın aile arıcılıktan yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Pülümür coğrafyasında tarım arazi olmadığı için bu bölgede insanlar hayvancılık ve arıcılıkla geçimini sağlıyor. Dünyanın her yerinde enerjiye ihtiyaç var biz enerjiye karşı değiliz ancak projenin yapılacağı alanlar uygun yerler değil. Hayvancılık ve arıcılığın olduğu bir bölgede böyle bir çalışmanın yapılmasına karşıyız. Proje hayata geçerse rüzgâr üretilecek bir alanda arıcılık kötü anlamda etkilenecek. Rüzgârın olduğu alanda bal verimi olmuyor. Üretimin olmadığı yerlere yapılması gerekiyor. Yetkililere çağrımız projenin gözden geçirilmesidir” dedi. “KÖYÜMÜZDE RES PROJESİ İSTEMİYORUZ” Köylerinde RES projesi istemediğini dile getiren Közlüce köyünden Zeynep Erdoğan, “Köyümüzün doğası güzel arıcılık ve hayvancılık yapıyoruz. Ben bu projeye karşıyım, yapılmasın istemiyorum. Yaşam alanlarımızın bozulmasını istemiyorum” diye belirtti. “DOĞAMIZA SAHİP ÇIKMAMIZ GEREKİYOR” RES projesinin yaşam alanlarının çok yakınına yapılmak istenmesine karşı çıktıklarını söyleyen Hacılı köyü muhtarı Murat Genç, “Yapılacak RES projesi köyümüzün 1-1,5 km kuzeyinde yer alacak. Köyümüzde herkes arıcılık ve hayvancılık yapıyor. Çocuklarımıza iyi bir gelecek bırakmak için doğamıza sahip çıkmamız lazım. Çünkü doğa yoksa insan da yoktur. Yetkililerin bu projeyi yeniden gözden geçirmesini istiyoruz, insanların yaşayacakları mağduriyetleri çok iyi düşünmeleri lazım” diye konuştu. Hıdır YILDIZ/DERSİM
“Eğitimde Yaşanan Sorunların kaynağı AKP İktidarının Yürüttüğü Politikalardır”
Eğitim-Sen Dersim Şubesi Sekreteri İlhan Öner: Eğitimde yaşanan sorunların kaynağı AKP iktidarıdır
Dersim’de Mayın Tarlaları
İHD Dersim Şubesi Eş Başkanı Gürbüz Solmaz: Bir an önce mayınların temizlenmesini talep ediyoruz.
Her Dersimliye ekolojik ve toplumsal meselelerde duyarlı olma çağrısı
Dersim Emek ve Demokrasi Platformu, Dersim’in ağır bir kuşatma altında olduğuna ve ekolojik yıkıma dikkat çekerek, mücadele ve duyarlılık çağrısı yaptı. Dersim Emek ve Demokrasi Platformu, Dersim’deki ekolojik yıkıma ve buna karşı Dersimlilerin yeterli tepkiyi göstermediğine bir basın toplantısına dikkat çekti. Emek Demokrasi Platformu adına KESK binasında yapılan basın açıklamayı Uğur Beycan okudu. Beycan, “150 civarında olduğu belirtilen maden ruhsatları üzerinden gerçekleşebilecek faaliyetler ise yaşam olanağı bırakmayacağından Dersim’in doğası ve insanları açısından bir bütün olarak felaket anlamına gelmektedir. Tüm bu yıkım ve gelmekte olan açık tehlikeler karşısında Dersimliler bu süreci karşılayabilecek irade ve örgütlülük düzeyinin uzağındadırla” dedi. Açıklamada şu ifadeler yeraldı: “Bilindiği üzere Dersim, Osmanlının on altıncı yüzyılın başlarından itibaren geliştirdiği, yüz yılları kapsayan ve cumhuriyet döneminde daha da merkezileştirilerek sürdürülen ağır bir kuşatma altındadır. Yaşam alanlarını ve yaşam hakkını savunma mücadelesi vermekte olan Dersim tüm bu süreçler boyunca ağır bedeller vermiştir. Tüm bu süreçler toplumsal dokuda ağır tahribatlar yarattığı gibi doğamızda da yıkıcı sonuçlara yol açmıştır. Nehirlerimiz barajlarla, ormanlarımız yakmalarla yıkıma uğratılmaktadır. 150 civarında olduğu belirtilen maden ruhsatları üzerinden gerçekleşebilecek faaliyetler ise yaşam olanağı bırakmayacağından Dersim’in doğası ve insanları açısından bir bütün olarak felaket anlamına gelmektedir. Tüm bu yıkım ve gelmekte olan açık tehlikeler karşısında Dersimliler bu süreci karşılayabilecek irade ve örgütlülük düzeyinin uzağındadırlar. “TARİHİN EN AĞIR VE EN TEHLİKELİ SÜREÇLERİNİ YAŞAMAKTADIR” Nice badireleri nice bedellerle göğüsleyerek bugünlere ulaşan halk gerçekliğimiz tarihinin en ağır ve en tehlikeli süreçlerini yaşamaktadır. Doğası, toplumsal-kültürel gerçekliği kararlı biçimde hedefe konulmuş ve yıkıma uğratılıyorken yükseltilen itirazlar ve direnişler yetersiz düzeylerde kalmaktadır. “DİRENİŞİN BÜYÜTÜLMESİNDEN HER BİR DERSİMLİ SORUMLUDUR” Toplumsal kurumlarımız, örgütlülük biçim ve düzeylerimiz eleştirilebilir, yetersiz bulunabilir olsa da bu direniş ve itiraz cephesinin büyütülmesi ve yürütülebilmesinden her bir Dersimli sorumludur. Toplumsal varlığı ve yaşam alanları tehdit ve saldırı altında olan her onurlu halk, dünyanın neresinde olursa olsun gerekli irade ve direnişleri geliştirerek yaşamını ve yaşam alanlarını savunmaktadır. Barışçı, evrensel, dirençli bir kültürel mirasın ve sayısız direnişin sahibi olan bir halkın günümüzde ki kuşaklarıyız. Ve bizlere dayatılan onursuz bir yok oluş ve diz çökmedir. “UMUTSUZLUĞA YER YOKTUR” Dersim gerçeği onursuzluğu ve teslimiyeti red eden, her defasında küllerinden kendini tekrar tekrar var eden bir gelenektir ve umutsuzluğa yer yoktur. Bu sorumluluk ve görev artık günümüz kuşaklarının omuzlarındadır. Sorunlarımız, sorumluluklarımız, ihtiyaçlarımız ve tarihsel mirasımız üzerinden kararlı bir birliğe ulaşmak, toplumsal var oluş biçimimizi yaşatmak, yaşam alanlarımızı korumak için gerekli adımları atabiliriz. Böyle bir çıkış ise halk gerçekliğimizi ötelemeyen, sorun ve ihtiyaçlarımızı önceleyen bütünlüklü bir perspektif, irade ve örgütlülük biçimiyle mümkün olabilecektir. “DERSİM ÜTOPYASI ETRAFINDA BULUŞMAYI BAŞARABİLMELİYİZ” Dersim nedir ve gelecek tasavvurumuzda ki Dersim nasıl olmalı sorularının cevaplarını tarihsel-toplumsal kökleri bağlamında verebilmeli, bir Dersim ütopyası etrafında buluşmayı başarabilmeliyiz. Yaşam alanlarımızı, toplumsal varlığımızı koruma ve yaşatma mücadelesi sadece Dersim’de kalan ve kuşatma altında olan bir avuç insanımızın sorumluluğunda değildir. Her bir bireyimiz, Dersim’de, metropollerde ya da yurt dışında Dersim adına açılmış her bir kurumumuz doğrudan sorumludur. Yine halkımız içerisinde siyaset yürüten her bir siyasal çevre, duruşu ve sahiplenme, bugüne cevap olma düzeyiyle toplumsal akıbetimizden sorumlu olacaktır. Tüm bunları gören bir yerden, hızlı reaksiyon göstererek olumlu bazı sonuçlar alabileceğimiz ekolojik sorunlarımıza dikkat çekmeyi gerekli görüyoruz. “GERİ DÖNÜLEMEZ TAHRİBATLAR YARATILIYOR” Yakıcı bir güncel mesele olan ve Dersimlinin katkısıyla gittikçe derinleşen ekolojik yıkım kültürel yıkımla da doğrudan ilişkilidir. Kültürel gerçekliğinden uzaklaşan, duygu ve anlam dünyasından koparılan bireylerimiz toplumsal kaygıları öteleyebilmekte, doğamızın tahrip edilmesinde rol alabilmektedirler. Her iki vadimiz ve bu vadilerde yer alan kutsal alanlarımızın ticarileştirilerek gasp edilmesi, halkımızın kutsallarının çiğnenerek anlam dünyasının darbelenmesi, birer çöplüğe ve meyhaneye çevrilmesi gibi acı bir durumla da karşı karşıyayız. Yine özellikle son 10 yılda Dersim’e yönelik valilik ve bazı kurumların turizm çağrısı, alt yapısı oluşturulmamış Dersim’in ekolojik toplumsal yapısına en az barajlar ve madenler kadar zarar verme boyutundadır. Koruma statüsü düşürülmüş vadilerimiz üzerinde kontrolsüz insan baskısıyla ağır ve geri dönülemez tahribatlar yaratmaktadır. Vadilerimizin koruma statüsünü en üst seviye getirilmesi, uluslar arası kabul kriterlerinin gereği alt yapıların oluşturulması, aksi yaklaşımı tüm kurumlarımızla reddettiğimizi, kimliğimize inancımıza bir yönelim olarak kabul ettiğimizi bilinciyle tarihsel direniş hafızamızla daha güçlü örmeye devam edeceğiz. “KURUMLARIMIZI SAHİPLENELİM, VADİLERİMİZİ VE SULARIMIZI KİRLETMEYELİM” Bireylerimizin ekonomik kaygı ve ihtiyaçlarının farkında olmakla beraber, kutsal alanlarımız ticari mekanlara çevrilemez ve bu art niyetli, bilinçli politikaya ortak olunamaz, bu alanlar çöplüğe çevrilemez. Toplumsal değerlerini çiğneten, buna ortak olan bir halk çöküşü yaşar ve kendini yaşatamaz. Ayrıca vadilerde piknik ve yüzmeye müsait neredeyse tüm alanları ticari işletmelere dönüştürerek adeta halka kapatmak kabul edilir değildir. Ayrıca bu işletmelerin çöpü ve atık suları hem vadiler de hem de nehirlerimiz de ciddi bir kirliliğe yol açmaktadır. Toplumsal akıbetimiz ve doğamız söz konusuysa bireysel akıbetlerimiz tali planda kalmalı, soruna uygun çözümler geliştirilmelidir. Yine ağır bir problem olarak her iki nehrimiz neredeyse kaynağından başlanarak kirletilmektedir. Gerek Ovacık, gerekse Pülümür ilçelerimizin, vadiler boyunca mevcut olan karakol ve işletmelerin atık suları nehirlerimize deşarj edilmektedir. Yaşam alanlarımız ve kültürel-toplumsal varlığımız bir birinden bağımsız değildir. Korunmaları ve yaşatılmaları boyutu bütünlüklü bir meseledir. Bu ilçe belediyelerimizin bütçesi arıtma tesislerine el vermiyorsa, bir proje dahilinde tüm halkımıza çağrılar yapılarak, çeşitli organizasyonlarla kaynak yaratarak çözüme kavuşturulmalı, başta yerel yönetimlerimiz olmak üzere STÖ’lerimiz de bu konuda insiyatif almalıdır. Dersim adına açılmış tüm kurumlarımız çalışmalarının odağına Dersim’i koymalı, ekolojik ve toplumsal meselelerde duyarlı olmalıdır. Her yıl, başta vadilerimize giderek nimetlerinden faydalanan yüz binlerce Dersimliye ve dostlarımıza çağrıda bulunmak istiyoruz. Öncelikle kurumlarımızı sahiplenelim ve çağrılarına cevap olarak gereğinde alanları dolduralım. Vadilerimizi ve sularımızı kirletmeyelim, buna izin vermeyelim. Bu kadarı en sıradan insani görev ve tutumdur.” PİRHA/DERSİM