DERSİM’DE KADİM ŞİFA VE ENERJİ BULUŞMASI

Dersim’in mistik dokusu ve kadim kültürel mirası, Astrolog Ezgi Emir’in önderliğinde yeniden hayat buluyor. Şifa, astroloji, meditasyon ve enerji çalışmaları gibi alanlarda uzmanlaşan Emir, doğup büyüdüğü topraklara dönüş yaparak, buradaki derin tarihi ve manevi potansiyeli yeniden gün yüzüne çıkarıyor. Ezgi Emir, Dersim’e dönme kararını açıklarken, bölgenin tarihi ve enerjisel anlamda kendisi için özel bir yere sahip olduğunu belirtti. Emir, Dersim’in kadim Aryan halklarına dayanan kültürel mirasını, astroloji ve şifa çalışmaları ile birleştirerek, Dersim Şifa Platformu’nu kurdu. Bu platform, yalnızca bireysel eğitimler değil, aynı zamanda bölgedeki şifacıların bir araya gelmesi için bir merkez işlevi görüyor. Kadim Bilgelik ve Astrolojinin İzinde Ezgi Emir, astrolojinin derin tarihi ve felsefesine dair şu ifadeleri kullandı: “Astroloji sadece bir bilim dalı değil; aynı zamanda insanın kendini bilme yolculuğudur. Bu topraklarda geçmişe baktığımızda, Mitraizm’den Zerdüşt kültürüne, hatta antik İran halklarının bilgeliğine kadar pek çok kadim bilginin izi var. Dersim, “Ley hattı”* üzerinde yer alıyor ve bu nedenle enerjisel anlamda çok güçlü bir merkez. Bu potansiyeli şifa çalışmalarıyla yeniden canlandırmayı amaçlıyoruz.” Astrolojiyi yalnızca yıldızların hareketlerini yorumlamak olarak değil, insanın varoluşunu anlamasına yardımcı olan bir araç olarak gören Emir, bu alandaki bilgisini bölgenin kültürel zenginliğiyle harmanlayarak katılımcılara aktarıyor. Şifa Çalışmaları ve Dersim’in Manevi Mirası Dersim Şifa Platformu’nda astroloji eğitiminin yanı sıra meditasyon, çakra dengeleme ve enerji çalışmaları gibi dersler de veriliyor. Emir, bölgenin doğal sembollerinin, özellikle dağ keçileri ve Munzur’un alabalıkları gibi kutsal figürlerin, şifacılıkla derin bir bağ kurduğunu ifade etti. “Dersim’deki semboller, oğlak ve balık burçlarının enerjisini taşıyor. Bu semboller hem manevi hem de doğasal düzeyde büyük bir anlam ifade ediyor. Şifa, insanın doğayla, kendisiyle ve Tanrı’yla yeniden bağlantı kurmasını sağlar. Dersim’de bu enerjiyi hissetmek ve kullanmak mümkün,” dedi. “En büyük şifa kendini bilmek” Ezgi Emir, Dersim’deki ziyaret yerlerinin ve halk inanışlarının, Zerdüşt kültürüne dayanan bir şifa enerjisini taşıdığını belirtti: “Bugün bile büyüklerimiz, güneşe ellerini açıp dua ediyor. Bu gelenek, Zerdüştiliğin kadim güneş kültünden geliyor. Ziyaret yerlerimizdeki enerjiyi korumak ve bu mirası yaşatmak bizim sorumluluğumuz.” “En büyük şifa, insanın kendini bilmesinde yatar. Kendini bilmek, varoluşu anlamaktır ve bu anlam, bilincin evrimini getirir. Asıl devrim budur: Bilmek ve farkında olmak,” diyen Ezgi Emir, çalışmalarını bu bilinçle sürdürüyor. DERSİM/ Özkan Ulucan *“Ley hattı”, çeşitli tarihi yapılar, tarih öncesi alanlar ve önemli dönüm noktaları arasında çizilen düz hizalamalardır.

Aile Hekimleri Mücadelede Kararlı

“Aile Hekimlerinden Sağlık Bakanlığı’na Tepki: İş Güvencesi ve Halk Sağlığı Tehlikede” Türkiye genelinde iş bırakan aile hekimleri, Sağlık Bakanlığı’nın yeni yönetmeliğiyle iş güvencelerinin zayıflatıldığını, hasta-hekim ilişkilerinin zarar gördüğünü vurguluyor. Aile hekimliği sistemine yönelik performans kriterleri ve maaş kesintileri, hekimler ve sağlık çalışanları arasında büyük bir tepki yarattı. Sağlık Bakanlığı’nın 1 Kasım’da yürürlüğe koyduğu “Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliğinde Değişiklik” sağlık çalışanları tarafından “Eziyet Yönetmeliği” olarak nitelendiriliyor. Türkiye genelinde 6-10 Ocak tarihlerinde düzenlenen iş bırakma eylemleriyle hekimler seslerini duyurmaya çalışıyor. “İş güvencemiz elimizden alınıyor” Yeni Yönetmelik Tepkilerin Odağında Sağlık Bakanlığı’nın yeni düzenlemesi, hekimlerin gelirlerini performans kriterlerine bağlarken, iş güvencesi ve özlük haklarını da ciddi şekilde etkiliyor. Dersim’de aile hekimi olarak görev yapan Dr. Nejdet Kaymak, yönetmelikle getirilen yaptırımların hekimler üzerinde ciddi bir baskı oluşturduğunu belirtiyor: “Bu yönetmelikle hekimlere sürekli ekonomik ve bürokratik baskı uygulanıyor. Hasta ilaç yazılımından, laboratuvar kullanımına kadar her alanda kısıtlamalar getiriliyor. Memnuniyet anketleri gibi ölçütler üzerinden iş güvencemiz elimizden alınmaya çalışılıyor.” Yeni düzenlemeye göre: •Doğum sonrası lohusa hastalara %98 ulaşma hedefi kondu; ulaşılamayan hastalar nedeniyle maaş kesintileri uygulanıyor. •Aile sağlığı merkezine kayıtlı ancak 6 ay boyunca muayene için gelmeyen hastaların faturası aile hekimlerine kesiliyor. •Yönetmeliğe uymayan bir hekimin maaşından 30-40 bin TL’ye kadar kesinti yapılabileceği ifade ediliyor. Dr. Kaymak, düzenlemenin hasta-hekim ilişkisini zedelediğini şu sözlerle vurguluyor: “Hekimlere getirilen ilaç yazma ve laboratuvar kullanımı sınırlamaları, tedavi süreçlerini olumsuz etkiliyor. Hekimler tedaviyi ekonomik kaygılarla sınırlamak zorunda kalacak. Bu durum, hastaların tedaviye erişimini zorlaştıracak ve sağlık hizmetlerinin niteliğini düşürecektir.” Maliyet Yükü Artıyor Hekimlerin yalnızca tedaviye odaklanması gerekirken idari ve mali sorumluluklarla boğuştuğunu belirten Dr. Kaymak, aile sağlığı merkezinin giderlerini aile hekimlerinin kendilerine ayrılan cari gider kaleminden karşıladıklarını fakat cari gider kalemlerinde de kısıtlama getirdiklerini söyleyerek “Kiralardan sigorta giderlerine kadar her şey yükseliyor. Ancak cari gider kalemleri aynı oranda artmıyor. Bizim işimiz hesap yapmak değil, sağlık hizmeti sunmaktır. Bakanlık bu sistemi sürdürülebilir hale getirmeli.” Talepler Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve diğer sağlık meslek örgütleri, yönetmeliğin geri çekilmesini ve aile hekimliği sistemine yönelik daha gerçekçi ve sürdürülebilir bir yaklaşım benimsenmesini talep ediyor. 6-10 Ocak tarihlerinde Türkiye genelinde düzenlenen iş bırakma eylemleriyle seslerini duyuran sağlık çalışanları, halk sağlığını koruma adına mücadelelerinin süreceğini belirtiyor. Sağlık Bakanlığı’nın aile hekimliği sistemine yönelik politikalarının halk sağlığına ve hekimlerin çalışma koşullarına etkisi önümüzdeki günlerde daha fazla tartışılacak gibi görünüyor. Aile hekimleri, taleplerinin karşılanması için mücadelelerini sürdürmeye kararlı. DERSİM/ Hıdır Yıldız                                                                                                  

DERSİM’DE KADİM İNANÇLARIN HARMANLANDIĞI BİR GELENEK : KHAL GAXAN

Yeni yıl, dünyanın dört bir yanında farklı kültürlerin kendi gelenek ve ritüelleriyle kutladığı bir başlangıç anıdır. Batıda Noel ve yılbaşı, Ermenilerde Amanor, Kürt Alevilerde Gaxan, Türkmenlerde Saya Gelin… Her toplum, yeni yılın gelişini doğanın döngülerine duyduğu saygıyla selamlar. Dersim Alevileri için ise bu zaman, Gaxan ayıdır; yeni yılın ve aynı zamanda kış mevsiminin karşılandığı kutsal bir dönem. Dersim coğrafyası, kadim inançların bir arada harmanlandığı ve zengin kültürel mirasların yaşatıldığı bir bölge olarak dikkat çekiyor. Kureyşan Ocağı dedesi Kadir Bulut, Gaxan geleneği üzerine yaptığı değerlendirmelerde, bu coğrafyanın kültürel ve inançsal zenginliklerini şu sözlerle ifade ediyor: “Dersim’in toprakları dervişlerin toprağıdır. Burada birçok kadim inanç harmanlanmış ve günümüze kadar gelmiştir. Gaxan da bu zenginliklerin bir yansımasıdır. Bu, eski yılın uğurlanması ve yeni yılın bereketle karşılanması için yapılan bir kutlamadır.” GAXAN’IN KADİM KÖKENLERİ Gaxan, Dersim’de Aralık ayına denk gelen ve eski yılın uğurlandığı, yeni yılın bereketle karşılandığı bir dönemdir. Kureyşan Ocağı Dedesi Kadir Bulut, Gaxan’ın kökenlerinin yalnızca Dersim ile sınırlı olmadığını, bu geleneğin bölgedeki diğer kadim inançlarla da bağ kurduğunu belirtiyor: “Gaxan’ı yalnızca Dersim’e has bir gelenek olarak görmek doğru olmaz. İran’daki Tanrı Mitra’nın doğumuna kadar uzanan, Hristiyanlıkta İsa’nın doğumu olarak kutlanan ya da Sümerler’in bereket ritüellerine dayanan birçok inançla bağlantılar görüyoruz. Bu, bir coğrafyanın tüm inançlarını harmanlamasının bir sonucu.” DERSİM’DE GAXAN: KÜLTÜR VE İNANÇLARIN HARMANI Dersim’de Gaxan, yalnızca bir eğlence dönemi değil, aynı zamanda inançsal bir ritüel olarak da yaşatılıyor. Bu dönemde eski yılın bereketle kapatılması, yeni yılın sağlık ve huzurla gelmesi için dualar edilir. Bulut, Gaxan’ın Dersim’de diğer inançlardan farklı bir derinlik kazandığını söylüyor: “Dersim’de Gaxan, üç-dört haftaya yayılan bir süreçtir. Lokmalar dağıtılır, oruçlar tutulur, cemler yapılır ve yeni yılın huzurlu geçmesi için temennilerde bulunulur. Bu, eski hesapla Aralık’ın ortasından başlayarak Ocak’ın ilk haftasına kadar sürer. Oruçların ardından Hızır Ayı başlar ve doğanın yeniden canlanışı kutlanır.” GAXAN’IN RİTÜELLERİ VE SİMGELERİ Gaxan döneminde, özellikle çocuklar ve gençlerin katıldığı eğlenceler düzenlenir. Fadikê, Khalkêk ve Arap adlı üç karakterin yer aldığı Khalkek” ya da “Khalık u Fatık” adlı oyunlar bu döneme renk katar. Kadir Bulut, bu karakterlerin anlamını şöyle açıklıyor: “Kalkê yaşlılığı ve geçen yılı simgeler; Fadikê doğayı, canlılığı ve üretkenliği temsil eder. Arap ise kötülüğü uzaklaştıran, koruyucu bir figürdür. Bu oyunlar, eski yılın bilgeliğini ve yeni yılın enerjisini bir araya getirir.” Ayrıca, ev ev dolaşılarak buğday, un, şeker ve diğer gıda ürünleri toplanır. Toplanan ürünler, bereketin temsili olarak pişirilir ve paylaşılır. Bulut, bu ritüelin doğanın döngüsüne olan inancı da yansıttığını belirtiyor: “Toprak, bu dönemde dinlenir ve yeniden canlanmaya hazırlanır. Biz de doğayla birlikte bu döngüye uyum sağlarız. Eski yılın yükünü bırakır, yeni yılın bereketini karşılarız.” GAXAN’IN ÖNEMİ VE KORUNMASI Kadir Bulut’a göre, Gaxan yalnızca bir gelenek değil, aynı zamanda kadim inançların ve kültürel zenginliklerin yaşatılması için önemli bir araçtır. Bu geleneğin genç nesillere aktarılmasının önemine vurgu yaparak şunları ekliyor: “Bu coğrafya, birçok inancın izlerini taşır. Gaxan, bu zenginliklerin unutulmaması ve yaşatılması için bir fırsattır. Bu değerler, bize bu toprakların kadim ruhunu hatırlatır.” Dersim’de Gaxan, hem geçmişin izlerini hem de geleceğe yönelik umutları içinde barındıran bir gelenek olarak yaşamaya devam ediyor. Kadim inançların harmanlandığı bu topraklarda, Gaxan gibi gelenekler, kültürel kimliğin birer taşıyıcısı olmaya devam ediyor. Gaxanê sima bimbarek bo. Gaxan pîroz be. DERSİM/ Özkan Ulucan    

Dersim’in Kadim Şifasının İzinde: Saniye İldeniz

Dersim, yüzyıllardır doğanın şifa gücünü insanlara taşıyan kadim bir coğrafya. Bu coğrafyada yetişen Saniye İldeniz, babaannesinden miras kalan bilgilerle modern tıp ve geleneksel yöntemleri bir araya getirerek insanlara şifa olmaya devam ediyor. Dersim, yalnızca doğasıyla değil, inanç ve şifa gelenekleriyle de dikkat çeken bir coğrafya. 350’si endemik olan binlerce bitkiye ev sahipliği yapan bu topraklarda yüzyıllardır şifa geleneği sürdürülüyor. Bu gelenek, Dersim’in yerel halkından Saniye İldeniz gibi şifacı isimlerle yaşamaya devam ediyor. Saniye İldeniz, bu kadim kültürün içinde büyümüş bir kadın. Babaannesinden öğrendiği bilgilerle modern tıbbın önemini harmanlayarak insanlara şifa dağıtıyor. “Ben kendimi denizde bir kum tanesi gibi görüyorum,” diyen İldeniz, öğrendiklerini gençlere aktarmanın önemine vurgu yapıyor. Dersim’in inanç merkezleri ve doğa ile iç içe geçmiş kültürü, Saniye İldeniz’in çocukluk yıllarında onun en büyük öğretmeni olmuş. Güneş, ay, su ve toprak gibi doğanın unsurlarına saygı duyarak büyüdüğünü anlatan İldeniz, “Her bitkinin bir sebebi olduğuna inandığımız bir coğrafyada yaşıyoruz,” diyor. BİTKİLER VE DOĞA Şifa geleneğinin temelini oluşturan bitkilerin dikkatli kullanılması gerektiğini belirten İldeniz, babaannesinden öğrendiği birçok yöntemi aktarıyor. Sirkenin geçmişte hastalıkların tedavisinde nasıl kullanıldığını şu sözlerle dile getiriyor: “Sirke, yan etkisi olmadığı için yaralardan egzamalara, hatta uyuz hastalığına kadar birçok alanda kullanılmış. Bitkileri sirkeyle yıllandırarak şifalı ilaçlar üretmişler. Cilt hastalıklarından kurşun yaralarına kadar birçok alanda kullanılırdı. Topuk çatlakları, el nasırları gibi sorunlara karşı da bitki köklerinden yapılan kremler yapılırdı. Biz de bu bilgileri günümüze kadar aktarmaya çalışıyoruz.” MODERN TIPLA GELENEKSELİN HARMANI Modern tıbbın önemini kabul etmekle birlikte, geçmişten gelen bilgilerin unutulmaması gerektiğini savunan İldeniz, gençlerin bu bilgileri öğrenmesi için daha fazla çaba sarf edilmesi gerektiğini söylüyor: “Geçmişini bilmeyen, geleceğini bilemez. Doğa bize her zaman bir şeyler öğretir. Biz de bu bilgileri koruyarak yeni nesillere aktarmalıyız.” Dersim’de 350’si endemik olmak üzere binlerce bitki türü ile bu zenginlik, bölgeyi bir şifa merkezi haline getiriyor. Özellikle papatya, kantaron, adaçayı ve kekik gibi bitkiler, geleneksel tıbbın vazgeçilmezleri arasında. Bu bitkiler sadece hastalıkların tedavisinde değil, aynı zamanda uzu süre saklanarak şifa üretmek için kullanıyor. GELECEK NESİLLERE MİRAS Saniye İldeniz, kadim bilgileri geleceğe taşımak için çaba gösteriyor. Gençlerin doğaya ilgisizliğinden yakınan İldeniz, şu çağrıyı yapıyor; “Gençler maalesef bilgisayar başında zaman geçiriyor. Ancak geçmişini bilmeyen geleceğini bilemez. Doğayı anlamalı, onun dilini öğrenmeliyiz. Çünkü bu bilgiler yalnızca bizim için değil, tüm insanlık için önemli.” Saniye İldeniz gibi isimler sayesinde Dersim’in kadim şifa geleneği yaşamaya devam ediyor. Doğanın ve inancın iç içe geçtiği bu topraklar, nesiller boyu insanlığa şifa olmaya devam edecek gibi görünüyor. Özkan Ulucan / Dersim  

Dersim’de Gaxand Bayramı Coşkuyla Kutlandı

Dersim’de yeni yıla Gaxand etkinlikleriyle girildi. Dersimliler bu yıl Dersim Kültür ve Doğa Derneğinin düzenlemiş olduğu Gaxand kutlamasında güzel görüntüler oluşturdular. Çarşı içindeki dükkanlara uğrayarak “lokma” toplayan grup topladıkları nakdi yardımları dayanışma için ihtiyaç sahiplerine pay etti. Burada konuşma yapan Mehmet Yüksel, “bizim Alevi inancında Alevi inancında bazı günlerimiz var ki bu toplumsal olarak bizi ayakta tutan, bir arada tutan değerlerimizdir. Bunların ilki ‘Gaxanddır’.  Bizim kültürümüzde ‘Gaxand’ demek yeni yıla giriş demektir. Alevi inancının en önemli özelliklerinden bir tanesi de kendisinden önce komşusunu,  insanı ve doğasına duyduğu saygıdır.  Alevi inancında bu bölüşüm bu kadar varken, bunun yanında vefa vardır.  Ailemizden ayrılan bacılarımız, kız kardeşlerimiz var. Analarımız var. Bunlar yıllarca el ele bir emek verir. Emek sonucunda da belli bir yaştan sonra da giderek kendi yuvalarını kuruyorlar. Kız yıllarca çalışmıştır. Yeni bir eve gitmiştir. O eve giderek o kızı ziyaret ediyorlar. Bu aynı zamanda da Dersim Alevi inancında kadına verilen değerdir. Yani ailede en önemli üye kadındır bizde.  En önemli özellikler bir tanesi de haktır, hukuktur, paylaşımdır, arınmadır.  Yani bütün kötülükten arınmak, kapı komşumuzda varsa, toplumsal olarak bir sorunlarımız varsa bunları barışçıl bir yolla çözmemizdir. Bizim Alevi inancına baktığımız zaman, bu dinler tarihine de baktığımızda bir yerde Zerdüşt’te bir yerde Konfüçyüs’te  iyilikler ön plandadır. Bu inançlara baktığımızda bizim tüm toplumumuza şunu söylüyoruz. Biz bütün alemin, bütün doğanın, bütün insanların bir şekilde barış içinde yaşamasını diliyoruz. Yeni yıl dediğimiz ‘Gaxand’ bizim için zor geçecek  kış şartlarının ilk ayıdır hikayedir. 21 Aralıkla -21 Mart arasında üç aylar dediğimiz bu dönemlerden geçiyoruz. Biz yeni yılın yani ‘Gaxandın’ , Hızır orucunun başta bu kadim topraklara, Orta Doğu’da, Mezopotamya’da, Anadolu coğrafyasında barışı getirmesini diliyorum. Tüm toplumumuza barış getirmesini diliyoruz. Hak, hukuk, adaletin var olmasını diliyoruz.” Dedi. Ardından Gülbanglar çekilip dualar edildi çerağlar yakılıp lokmalar pay edildi. Dersim

“KÖYÜMÜZDE RES PROJESİ İSTEMİYORUZ”

Köylüler RES projesine tepkili: Proje üretimin olmadığı alanlara yapılsın Dersim’in Pülümür ilçesine bağlı 6 köyün sınırları içerisinde yapılması planlanan ve 10 adet tribünden oluşan Rüzgâr Enerji Santrali’nin bölgede hayvancılık ve arıcılığı olumsuz etkileyecek. Köylüler, RES projesinin bölgedeki hayvancılık ve arıcılığı kötü anlamda etkileyeceği için yetkililerin projeyi gözden geçirmesini talep ediyor. Mina Marble Mermer Maden Ticaret A.Ş. tarafından planlanan “Paşa Depolamalı Rüzgar Enerji Santrali (DRES) Projesi”nin, Dersim’in Pülümür ilçesindeki Seteriye (Dağyolu), Mezra Sılêmanu (Süleymanuşağı), Hacılı, Gocanage (Göcenek), Zımag (Közlüce), Hasangazi köylerinin sınırları içerisinde yapılması planlanan ve 10 adet tribünden oluşan Rüzgâr Enerji Santrali’nin bölgede hayvancılık ve arıcılığı olumsuz yönde etkileyecek. “ARICILIK KÖTÜ ANLAMDA ETKİLENECEK” Resmi kayıtlara göre Pülümür’de ilçe tarıma kayıtlı 15 bin arı kovanı olduğunu ifade eden Pülümür Merkez Mahallesi Tarımsal Kalkınma Kooperatifi Yöneticisi Gürol Yılmaz, “130’a yakın aile arıcılıktan yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Pülümür coğrafyasında tarım arazi olmadığı için bu bölgede insanlar hayvancılık ve arıcılıkla geçimini sağlıyor. Dünyanın her yerinde enerjiye ihtiyaç var biz enerjiye karşı değiliz ancak projenin yapılacağı alanlar uygun yerler değil. Hayvancılık ve arıcılığın olduğu bir bölgede böyle bir çalışmanın yapılmasına karşıyız. Proje hayata geçerse rüzgâr üretilecek bir alanda arıcılık kötü anlamda etkilenecek. Rüzgârın olduğu alanda bal verimi olmuyor. Üretimin olmadığı yerlere yapılması gerekiyor. Yetkililere çağrımız projenin gözden geçirilmesidir” dedi. “KÖYÜMÜZDE RES PROJESİ İSTEMİYORUZ” Köylerinde RES projesi istemediğini dile getiren Közlüce köyünden Zeynep Erdoğan, “Köyümüzün doğası güzel arıcılık ve hayvancılık yapıyoruz. Ben bu projeye karşıyım, yapılmasın istemiyorum. Yaşam alanlarımızın bozulmasını istemiyorum” diye belirtti. “DOĞAMIZA SAHİP ÇIKMAMIZ GEREKİYOR” RES projesinin yaşam alanlarının çok yakınına yapılmak istenmesine karşı çıktıklarını söyleyen Hacılı köyü muhtarı Murat Genç, “Yapılacak RES projesi köyümüzün 1-1,5 km kuzeyinde yer alacak. Köyümüzde herkes arıcılık ve hayvancılık yapıyor. Çocuklarımıza iyi bir gelecek bırakmak için doğamıza sahip çıkmamız lazım. Çünkü doğa yoksa insan da yoktur. Yetkililerin bu projeyi yeniden gözden geçirmesini istiyoruz, insanların yaşayacakları mağduriyetleri çok iyi düşünmeleri lazım” diye konuştu. Hıdır YILDIZ/DERSİM

Her Dersimliye ekolojik ve toplumsal meselelerde duyarlı olma çağrısı

Dersim Emek ve Demokrasi Platformu, Dersim’in ağır bir kuşatma altında olduğuna ve ekolojik yıkıma dikkat çekerek, mücadele ve duyarlılık çağrısı yaptı.  Dersim Emek ve Demokrasi Platformu, Dersim’deki ekolojik yıkıma ve buna karşı Dersimlilerin yeterli tepkiyi göstermediğine bir basın toplantısına dikkat çekti. Emek Demokrasi Platformu adına KESK binasında yapılan basın açıklamayı Uğur Beycan okudu. Beycan, “150 civarında olduğu belirtilen maden ruhsatları üzerinden gerçekleşebilecek faaliyetler ise yaşam olanağı bırakmayacağından Dersim’in doğası ve insanları açısından bir bütün olarak felaket anlamına gelmektedir. Tüm bu yıkım ve gelmekte olan açık tehlikeler karşısında Dersimliler bu süreci karşılayabilecek irade ve örgütlülük düzeyinin uzağındadırla” dedi. Açıklamada şu ifadeler yeraldı: “Bilindiği üzere Dersim, Osmanlının on altıncı yüzyılın başlarından itibaren geliştirdiği, yüz yılları kapsayan ve cumhuriyet döneminde daha da merkezileştirilerek sürdürülen ağır bir kuşatma altındadır. Yaşam alanlarını ve yaşam hakkını savunma mücadelesi vermekte olan Dersim tüm bu süreçler boyunca ağır bedeller vermiştir. Tüm bu süreçler toplumsal dokuda ağır tahribatlar yarattığı gibi doğamızda da yıkıcı sonuçlara yol açmıştır. Nehirlerimiz barajlarla, ormanlarımız yakmalarla yıkıma uğratılmaktadır. 150 civarında olduğu belirtilen maden ruhsatları üzerinden gerçekleşebilecek faaliyetler ise yaşam olanağı bırakmayacağından Dersim’in doğası ve insanları açısından bir bütün olarak felaket anlamına gelmektedir. Tüm bu yıkım ve gelmekte olan açık tehlikeler karşısında Dersimliler bu süreci karşılayabilecek irade ve örgütlülük düzeyinin uzağındadırlar. “TARİHİN EN AĞIR VE EN TEHLİKELİ SÜREÇLERİNİ YAŞAMAKTADIR” Nice badireleri nice bedellerle göğüsleyerek bugünlere ulaşan halk gerçekliğimiz tarihinin en ağır ve en tehlikeli süreçlerini yaşamaktadır. Doğası, toplumsal-kültürel gerçekliği kararlı biçimde hedefe konulmuş ve yıkıma uğratılıyorken yükseltilen itirazlar ve direnişler yetersiz düzeylerde kalmaktadır. “DİRENİŞİN BÜYÜTÜLMESİNDEN HER BİR DERSİMLİ SORUMLUDUR” Toplumsal kurumlarımız, örgütlülük biçim ve düzeylerimiz eleştirilebilir, yetersiz bulunabilir olsa da bu direniş ve itiraz cephesinin büyütülmesi ve yürütülebilmesinden her bir Dersimli sorumludur. Toplumsal varlığı ve yaşam alanları tehdit ve saldırı altında olan her onurlu halk, dünyanın neresinde olursa olsun gerekli irade ve direnişleri geliştirerek yaşamını ve yaşam alanlarını savunmaktadır. Barışçı, evrensel, dirençli bir kültürel mirasın ve sayısız direnişin sahibi olan bir halkın günümüzde ki kuşaklarıyız. Ve bizlere dayatılan onursuz bir yok oluş ve diz çökmedir. “UMUTSUZLUĞA YER YOKTUR” Dersim gerçeği onursuzluğu ve teslimiyeti red eden, her defasında küllerinden kendini tekrar tekrar var eden bir gelenektir ve umutsuzluğa yer yoktur. Bu sorumluluk ve görev artık günümüz kuşaklarının omuzlarındadır. Sorunlarımız, sorumluluklarımız, ihtiyaçlarımız ve tarihsel mirasımız üzerinden kararlı bir birliğe ulaşmak, toplumsal var oluş biçimimizi yaşatmak, yaşam alanlarımızı korumak için gerekli adımları atabiliriz. Böyle bir çıkış ise halk gerçekliğimizi ötelemeyen, sorun ve ihtiyaçlarımızı önceleyen bütünlüklü bir perspektif, irade ve örgütlülük biçimiyle mümkün olabilecektir. “DERSİM ÜTOPYASI ETRAFINDA BULUŞMAYI BAŞARABİLMELİYİZ” Dersim nedir ve gelecek tasavvurumuzda ki Dersim nasıl olmalı sorularının cevaplarını tarihsel-toplumsal kökleri bağlamında verebilmeli, bir Dersim ütopyası etrafında buluşmayı başarabilmeliyiz. Yaşam alanlarımızı, toplumsal varlığımızı koruma ve yaşatma mücadelesi sadece Dersim’de kalan ve kuşatma altında olan bir avuç insanımızın sorumluluğunda değildir. Her bir bireyimiz, Dersim’de, metropollerde ya da yurt dışında Dersim adına açılmış her bir kurumumuz doğrudan sorumludur. Yine halkımız içerisinde siyaset yürüten her bir siyasal çevre, duruşu ve sahiplenme, bugüne cevap olma düzeyiyle toplumsal akıbetimizden sorumlu olacaktır. Tüm bunları gören bir yerden, hızlı reaksiyon göstererek olumlu bazı sonuçlar alabileceğimiz ekolojik sorunlarımıza dikkat çekmeyi gerekli görüyoruz. “GERİ DÖNÜLEMEZ TAHRİBATLAR YARATILIYOR” Yakıcı bir güncel mesele olan ve Dersimlinin katkısıyla gittikçe derinleşen ekolojik yıkım kültürel yıkımla da doğrudan ilişkilidir. Kültürel gerçekliğinden uzaklaşan, duygu ve anlam dünyasından koparılan bireylerimiz toplumsal kaygıları öteleyebilmekte, doğamızın tahrip edilmesinde rol alabilmektedirler. Her iki vadimiz ve bu vadilerde yer alan kutsal alanlarımızın ticarileştirilerek gasp edilmesi, halkımızın kutsallarının çiğnenerek anlam dünyasının darbelenmesi, birer çöplüğe ve meyhaneye çevrilmesi gibi acı bir durumla da karşı karşıyayız. Yine  özellikle son 10 yılda Dersim’e yönelik valilik ve bazı kurumların turizm çağrısı, alt yapısı oluşturulmamış Dersim’in ekolojik toplumsal yapısına en az barajlar ve madenler kadar zarar verme boyutundadır. Koruma statüsü düşürülmüş vadilerimiz üzerinde kontrolsüz insan baskısıyla ağır ve geri dönülemez tahribatlar yaratmaktadır. Vadilerimizin koruma statüsünü en üst seviye getirilmesi, uluslar arası kabul kriterlerinin gereği alt yapıların oluşturulması, aksi yaklaşımı tüm kurumlarımızla reddettiğimizi, kimliğimize inancımıza bir yönelim olarak kabul ettiğimizi bilinciyle tarihsel direniş hafızamızla daha güçlü örmeye devam edeceğiz. “KURUMLARIMIZI SAHİPLENELİM, VADİLERİMİZİ VE SULARIMIZI KİRLETMEYELİM” Bireylerimizin ekonomik kaygı ve ihtiyaçlarının farkında olmakla beraber, kutsal alanlarımız ticari mekanlara çevrilemez ve bu art niyetli, bilinçli politikaya ortak olunamaz, bu alanlar çöplüğe çevrilemez. Toplumsal değerlerini çiğneten, buna ortak olan bir halk çöküşü yaşar ve kendini yaşatamaz. Ayrıca vadilerde piknik ve yüzmeye müsait neredeyse tüm alanları ticari işletmelere dönüştürerek adeta halka kapatmak kabul edilir değildir. Ayrıca bu işletmelerin çöpü ve atık suları hem vadiler de hem de nehirlerimiz de ciddi bir kirliliğe yol açmaktadır. Toplumsal akıbetimiz ve doğamız söz konusuysa bireysel akıbetlerimiz tali planda kalmalı, soruna uygun çözümler geliştirilmelidir. Yine ağır bir problem olarak her iki nehrimiz neredeyse kaynağından başlanarak kirletilmektedir. Gerek Ovacık, gerekse Pülümür ilçelerimizin, vadiler boyunca mevcut olan karakol ve işletmelerin atık suları nehirlerimize deşarj edilmektedir. Yaşam alanlarımız ve kültürel-toplumsal varlığımız bir birinden bağımsız değildir. Korunmaları ve yaşatılmaları boyutu bütünlüklü bir meseledir. Bu ilçe belediyelerimizin bütçesi arıtma tesislerine el vermiyorsa, bir proje dahilinde tüm halkımıza çağrılar yapılarak, çeşitli organizasyonlarla kaynak yaratarak çözüme kavuşturulmalı, başta yerel yönetimlerimiz olmak üzere STÖ’lerimiz de bu konuda insiyatif almalıdır. Dersim adına açılmış tüm kurumlarımız çalışmalarının odağına Dersim’i koymalı, ekolojik ve toplumsal meselelerde duyarlı olmalıdır. Her yıl, başta vadilerimize giderek nimetlerinden faydalanan yüz binlerce Dersimliye ve dostlarımıza çağrıda bulunmak istiyoruz. Öncelikle kurumlarımızı sahiplenelim ve çağrılarına cevap olarak gereğinde alanları dolduralım. Vadilerimizi ve sularımızı kirletmeyelim, buna izin vermeyelim. Bu kadarı en sıradan insani görev ve tutumdur.” PİRHA/DERSİM

Unutulmayan Acı: Zini Gediği Katliamı 86. Yıl

  Erzincan’ın dağ köylerinde anlatılan bir hikaye var; tarihin karanlık bir sayfasını hatırlatıyor. 1938’de Dersim’de yaşanan olayların ardından Erzincan’ın Kılıçkaya köyünde başlayan ve Zini Gediği’nde sona eren trajedi. Tanıklar, babalarının ve dedelerinin yaşadıklarını anlatıyor. 1938 Dersim Katliamı’nın devamı olarak kabul edilen ve 6 Ağustos’ta Erzincan ve Dersim arasındaki Zini Gediği’nde gerçekleşen katliam, üzerinden 86 yıl geçmesine rağmen hala hafızalardan silinmedi. Bu olayda 95 köylü kurşuna dizilerek öldürüldü ve uzun yıllar boyunca bu trajedi yalnızca sözlü anlatımlarla hafızalarda kaldı. Katliamın izleri, yıllar geçmesine rağmen hala taptaze. Gökdemir ailesi, 19. yüzyılın ortalarında Dersim’den Erzincan’a göç etmiş ve burada tarım ve hayvancılıkla geçimlerini sağlamışlar. Ancak 1938’de Dersim’deki soykırımda, Kılıçkaya köyünden pek çok kişi lojistik destek sağladıkları gerekçesiyle toplanarak Zini Gediği’ne götürülmüş ve orada katledilmiş. İlhan Gökdemir, bu trajik olayda ailesinin de içinde olduğu köyünden yaklaşık 35 kişinin katledildiğini anlatıyor. ERKEKLER AÇ SUSUZ 3 GÜN BEKLETİLDİ İlhan Gökdemir’in babası Haydar Gökdemir’in anlatımlarına göre, askerler köye gelip erkekleri toplar, kadınları ve çocukları geride bırakır. Erkekler, yaşlı genç demeden toplanır ve şimdilerde ahır olarak kullanılan kömde aç susuz üç gün bekletilir ve ardından köyden uzaklaştırılır. Kenan Düzgünkaya, dedesi ve diğer köylülerin elleri kelepçeli bir şekilde bu acı yürüyüşe katıldığını ve Zini Gediği’ne götürüldüğünü anlatıyor. Bu yürüyüş sırasında yaşananlar yürek parçalayıcı. İlhan Gökdemir’in amcası Kazım Gökdemir, askerler tarafından su getirmesi için serbest bırakılır. Bu, aslında bir kaçış fırsatıdır. Kazım, su getirmek bahanesiyle köyden uzaklaşır ve Trabzon’a kadar ulaşır, ailesinin hayatta kalmasını sağlar. ZİNİ GEDİĞİ KATLİAMI Yolculuğun sonunda Zini Gediği’ne varan köylüler, burada kurşuna dizilir. Kenan Düzgünkaya, bu katliamda 97 kişinin öldürüldüğünü anlatıyor. Katledilenler arasında Düzgünkaya’nın dedesi de vardır. Katliamdan sonra köylüler, yerlerinden yurtlarından sürülür. Balıkesir, Çanakkale gibi batı illerine gönderilen aileler, burada büyük zorluklar çekerler. Sürüldükleri yerlerde, “Pis Kürtler” diyerek hakarete uğrarlar. GERİ DÖNÜŞ VE HAFIZA 1947 yılında çıkan afla birlikte köylüler yavaş yavaş geri dönmeye başlar. Ancak Zini Gediği’ne gitmek ve kaybettikleri yakınlarını anmak uzun süre mümkün olmaz. 1980’lerden sonra bu yasak kalkar ve köylüler, kaybettikleri yakınlarının kemiklerini bulmak için Zini Gediği’ne gitmeye başlarlar. HUKUKİ SÜREÇ Uzun zamandır yurtdışında yaşayan ve katliamın ardından ailesi Çanakkale’ye sürgün edilen Kenan Düzgünkaya da Zini Gediği’ne ilişkin yasal süreçleri ve yaşanan zorlukları anlatıyor. 1956 yılında, Doğan Kılıç adlı gazetecinin İstanbul Savcılığı’na dilekçe verdiğini belirten Düzgünkaya, bu girişimin ardından yapılan müracaatların nasıl engellendiğini anlatıyor. “Dilekçeler ‘asayiş sorunu’ olarak değerlendirildi ve reddedildi,” diyor. Yıllar süren hukuki mücadele, 2011’de kurulan Zini Gediği İnisiyatifi’nin çabalarıyla tekrar gündeme geliyor. İnisiyatif, 9 Eylül 2011 tarihinde Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığı’na toplu mezarın incelenmesi için başvuruda bulunuyor. Erzincan Savcısı yapılan müracaatta Dersim Katliamı’nın “asayiş sorununa ilişkin bir olay” olduğu, soykırım denemeyeceği ve zaten zamanaşımına girdiği nedeniyle 28 Eylül 2011‘de takipsizlik kararı veriyor. İç hukuk yolları tükenen Zini Gediği davası 2014’ten bu yana Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde bekliyor. Sürgün ve asimilasyon politikalarının köy halkı üzerindeki etkisi nedeniyle yıllarca yaşananların korkuyla hiç anlatılmadığını da söyleyen Düzgünkaya,   “Amacımız bu insanların kemiklerinin tespit edilmesi ve onlara bir mezar yeri verilmesi,” diyor. KATLİAM’DA 8 YAŞINDAYDI Yadigar Gökdemir, 93 yaşında ve katliamın canlı tanığı: ” O zaman 8 yaşındaydım. Babam ve amcalarımı götürdüler. Askerler köydeki tüm erkekleri toplayıp Zini Gediği’nde kurşuna dizip onları öyle bırakmışlar kurda kuşa. Yasak kalkınca insanlar gidip cenazelerini gömmüşler. Katliamdan sonra bizi batıya gönderdiler. Balıkesir Susurluk’ta 9 sene kaldık. 9 sene sonra gelen geldi kalan kaldı. Gidip gelene kadar çok çile çektik.” Mehmet Ali Erkenci, babasını ve amcasını bu katliamda kaybeden Yadigar Gökdemir’in oğlu. Dersim katliamı sırasında köyüne asker gönderilmesini ve köy halkının nasıl toplanıp Zini Gediği’ne götürüldüğünü annesinin anlatımlarıyla aktarıyor. Erkenci, köyün erkeklerinin toplandığını ve Zini Gediği’ne götürüldüğünü anlatıyor. Burada kurşuna dizilenlerin hala bir mezarının olmadığını söyleyen Erkenci, annesinin yaşadığı acıları ve köylerinin nasıl boşaltıldığını anlatarak, devletin hala bu olayları resmi olarak tanımadığını ve adaletin sağlanmadığını vurguluyor. HALA YOK SAYILIYORUZ Yıllar içinde yaşanan acılar ve mücadeleler, bugün anma etkinlikleriyle yaşatılmaya devam ediliyor. Her yıl 6 Ağustos’ta, köylüler Zini Gediği’ne giderek kemiklerin bulunduğu yerlerde mum yakıyor, dualar ediyorlar. 8 Ağustos’ta da yapılan anma toplantıları, katledilenlerin anısını yaşatıyor. Ancak, 2014’te inşa edilen Zini Gediği Anma-Hatırlama Mekanı 2020 yılında kimliği belirlenemeyen kişilerce yıkılmıştı. “Bu da acının hala taze olduğunu ve devletin bu olayları tanımadığını gösteriyor. 86 yıl sonra bile, anma taşlarımıza bile tahammülleri yok,” diyor Kenan Düzgünkaya. “Biz hala yok sayılıyoruz.” Bu acı hikaye, unutulmuş tarihin bir parçası olarak, hatırlanmayı ve anılmayı bekliyor. Her yıl yapılan anma törenleri, bu acıyı hafifletmese de, yaşananları unutmamak ve unutturmamak için bir umut ışığı olarak kalmaya devam ediyor. Bu olaylar, Zini Gediği Katliamı’nın toplumsal ve hukuki boyutlarını anlamak açısından kritik bir öneme sahip. Katliamın tanıkları ve yakınları, adalet arayışlarını sürdürüyor ve geçmişin acılarını hafızalarda yaşatmaya devam ediyor. Sevim Kahraman    

DEM Parti Dersim İl Örgütü’nün Basın Açıklamasına Polis Müdahalesi

DEM Parti Dersim İl Örgütü’nün, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sınır ötesi operasyonlarına yönelik yapmak istediği açıklamaya polis müdahale etti, 1 kişi gözaltına alındı. Gözaltı anı Radyo Munzur kamerasına yansıdı. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Dersim İl Örgütü’nün, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sınır ötesi operasyonlarına yönelik Sanat Sokağı’nda yapmak istediği açıklamaya polis müdahale etti, 1 kişi gözaltına alındı. Polisin müdahalesine yurttaşlar tepki gösterirken, Sanat Sokağı polis ablukasına alındı.    ÖNCEKİ 1 3 SONRAKİ 

Dersim Belediyesi “Matem Ayı” Oruçları Bitiminde Aşure Dağıttı

Dersim Belediyesi, Yas-ı Kerbela orucunun sona ermesinin ardından aşure lokmalarını paylaştırdı. Yer Altı Çarşısı üstünde yapılan aşure lokmasına çok sayıda yurttaş katıldı. Aşurenin gülbengini Şıx Çoban Ocağı pirlerinden İbrahim Kete ve Şeyh Delil Berxican Ocağı evladı Fırat Gezici okudu. PİRHA/DERSİM

Sohbeti Aç
Sizi Dinliyoruz
Merhaba Size Nasıl Yardımcı Olabilirim?