2 Eylül Festivali yarın başlıyor

Her yıl geleneksel olarak gerçekleştirilen 2 Eylül Festivali 30 Ağustos-1 Eylül tarihleri arasında yapılacak. Bu sene 22’ncisi düzenlenecek olan 2 Eylül Festivali yarın başlıyor. 30-31 Ağustos-1 Eylül tarihlerinde Ataşehir Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nde gerçekleştirilecek olan festival yarın 2 Eylül Yürüyüşü ile başlatılacak. Çeşitli panel ve etkinliklerle devam edecek festivalde Pınar Aydınlar, Grup Vardiya, Hesen Sipan, Cihan Çelik, Domane Dersim, Gölgedekiler ve Kadir Demir ezgileriyle yer alacak. Festival programı şöyle: PİRHA

Vartolular, Doğa, Kültür ve İnanç Festivalinin 3. gününde halayda buluştu

3. Varto Doğa, Kültür ve İnanç Festivali, üçüncü gününde konserlerle devam etti. Katılımın yoğun olduğu programı Veli Beyazgül ile Bahar Boylu sundu. “İnancımızla ikrarlı, doğamızla rızalı, dilimizle dirençli, irademizke güçlüyüz” mesajının verildiği festivale DEM Parti Dersim Milletvekili Ayten Kordu, Varto Belediyesi Eş Başkanı Gıyasettin Aydemir, CHP Varto İlçe yönetimi, DBP Karlıova ilçe yönetimi de katıldı. Davul-zurna eşliğinde çekilen halaylarla başlayan program, Dengbej Mustafayê Taçî‘nin seslendirdiği kilamlar ile devam etti. Varto Kır Çadırı’nda yapılan festivalin devamında müzisyen Bahar Boylu sahne alarak ezgiler seslendirdi. Gecenin devamında Şair İbrahim Xaşxaş da müzik eşliğinde şiirler okudu. FESTİVALDE DOĞA TALANINA VURGU YAPILDI Katılımın yoğun olduğu gecede Gımgım Hızır Mekanı ve Doğa Koruma Derneği Yönetim kurulu, katılımcıları selamladı. Derneğin Eş Başkanı Ülkü Karagöl, Varto kültürünün sürmesi için mücadele yürüttükkerini ifade ederek katılımcılara teşekkürlerini sundu. Gımgım Hızır Mekanı ve Doğa Koruma Derneği Eş Başkanı İmam Balsever ise festival çalışmasında özellikle kadın emeğinin yoğun olduğunu vurguladı. İmam Balsever, konuşmasının devamında şunları söyledi: “Bu yıl 3’üncüsünü düzenlediğimiz bu festivalin bir eksikliğini de yaşıyoruz. İsterdik ki tüm farklı kültürler, sivil toplum örgütleri de burada olsun. Maalesef kendi istekleriyle aramızda olmadılar. Kültürümüzü yaşatalım. Uzun süredir Gimgim’da bir sessizlik vardı. İlk 2 yıl bizlere yoğun katılım, destek verildi. Siz bugün burada olmasaydınız bu etkinliği yapamazdık. 2 gün boyunca ziyaretlerimizi, doğamızı gezdik, yüzlerce insan katıldı. Direnen bu damar asla inancını terk etmez. Dün Kunav Mağarasına gittik. Öğrendiğimiz bilgiler nedeniyle de şaşırdık. Çevre köylerde maalesef kültürümüze dair bilgimiz yok. Birçok medeniyet buradan geçmiş. Bölgeye ait 6 dilin 4’ü bugün yaşamıyor. Kültürümüze, doğamıza sahip çıkmazsak biz de yok olacağız. Onun için bu festivalleri yapıyoruz. Zamanında çok yasaklama oldunama direnen bu halk asla teslim olmadı. Kültürümüzü gelecek kuşaklara aktaracağız. Kimse bize yasak koyamaz. Demokratik cumhuriyete hizmet etmeye devam edeceğiz. Birlikte yaşamaya devam edeceğiz ama doğamız zor durumda. Her yerde taş ocaklarının pisliği, tüm canlıyı etkiliyor. Çevre duyarlılığı göstermeye devam edeceğiz. İki kuruş için arazisini satanlara yazıklar olsun. Düne kadar yetişen bitkileri bugün göremiyoruz. Onun için herkesten çevre duyarlılığı göstermesini istiyoruz. Her köyün etrafı çöplerle dolu. Biz kendi evimizin çöpünü toplasak yeterli olur.” AYTEN KORDU: İNANCIMIZI VE KÜLTÜRÜMÜZÜ YAŞATACAĞIZ Dersim Milletvekili Ayten Kordu da gecede konuşan bir diğer isim oldu. “Biz bu coğrafyanın çok fazla acısını görmüş ama direnişini de göstermiş insanlarıyız” diyen Kordu şöyle devam etti: “Biz inkar edilen, yok sayılan coğrafyada yaşayan halkın çocuklarıyız. Bu inkar ve imha hala devam ediyor. Dilimiz unutturulmak isteniyor. Bu sistemin sorumlusu AKP-MHP faşizm ittifakıdır. Doğamıza ilişkin bir düşman politikası var. İnancımıza, dilimize ilişkin bir düşman politikası var. İnkar ve imha ile bizi biat ettirmeye çalışıyorlar. Biz Alişerlerin, Zariferlerin, Sakinlerin ardıllarıyız, biat etmeyeceğiz. Biz Kürt ve Alevi halkının çocukları, çok daha fazla örgütlü ve beraber olmak zorundayız. Bu bizim tarihsel sorumluluğumuzdur. Burada bulunan halkımız bu faşizme karşı çok daha fazla mücadele etmeli. Bizi kültür bakanlığının altına alıyorlar. Bizi tanımıyorlar. Hiçbir zaman sizin istediğiniz gibi yaşamadık. DEM Parti olarak özgürlük ve eşitlik mücadelemizi devam ettireceğiz. Bu ülkede bu sağlanmadan durmayacağız. Bütün yaşam alanlarımız bize dar ediliyor. Bu yüzden hakikate doğru birlikte yol alacağız. Biz tanınana kadar mücadelemize devam edeceğiz. İnancımızı da kültürümüzü de kendi istediğimiz gibi yaşamaya devam edeceğiz.” Festival programının devamında Sanatçı Pınar Aydınlar ve Mehmet Ekici sahne alarak Kirmanckî ve Kurmancî ezgiler seslendirdi. PİRHA/VARTO

Sanatçı Cihan Çelik, Koçgiri ezgisi okuduğu için hakkında dava açıldı: Yılmayacağız!

Müzisyen Cihan Çelik hakkında 2013 yılında seslendirdiği bir Koçgiri ezgisi nedeniyle dava açıldı. Çelik, tüm baskılara rağmen müziğinde ısrarcı olacağını belirterek, “Terörist, anarşist, bölücü suçlamalarıyla bizleri ekonomik anlamda bir dar boğazın içerisine sokuyor. Açılan davalarla ‘ifşa edilmiş’ oluyorsun ancak çalıp söylemekten yılmayacağız” dedi.    Müzisyen Cihan Çelik, Kürt ve Alevi kimliklerinin izinde müzik üretmeyi sürdürüyor. Ancak Cihan Çelik hakkında seslendirdiği bir Koçgiri ezgisi nedeniyle ilk kez dava açıldı. 2013 yılında katıldığı bir müzik programı “Terör örgütü propagandası yapmak” şeklinde yorumlandı. Çelik’in, televizyon programında seslendirdiği ‘Koçgiri başladı harba’ eseri de suç unsuru sayıldı. Cihan Çelik, açılan dava nedeniyle 14 Kasım 2024’te ilk kez hakim karşısına çıkacak. “AÇILAN DAVALARLA ‘İFŞA’ EDİLMİŞ OLUYORSUN” Yaşananlarla ilgili PİRHA’ya konuşan Cihan Çelik, sanatçılara dönük baskı politikalarını değerlendirdi. Çelik, bir müzisyen olarak ülkedeki gidişattan memnun olmadığını ifade ederek şunları söyledi: “Müzisyenleri dar bir alana sıkıştırıyorlar ve bizler orada iş yapmaya çalışıyoruz. O alanda yapılan iş sonucunda da çeşitli kovuşturmalara maruz kalıyorsunuz. Bu durumda olan birçok müzisyen arkadaşımız var. Ayrıca dernek gecelerine, konserlere, belediyelerin organizasyonuna da çıkamaz duruma geliyorsun. Çünkü ifşa edilmiş oluyorsun. İşte bu karşı taraftaki adam, ‘terörist, anarşist, bölücü’ suçlamalarla zaten seni ekonomik anlamda bir dar boğazın içerisine sokuyor, bir de peşinden kovuşturmalar falan olunca moralen daha bir bu işi yapmak istemiyorsun. O nedenle farklı alanlara zorlanıyorsun. Halimiz bu şekilde işte.” “EZİLEN HALKLAR, MÜZİKLE KENDİNİ VAR EDER” Dünya genelinde ezilen, baskılanan halkların, müzikle kendini var ettiğini söyleyen Cihan Çelik, değerlendirmesine şu cümlelerle devam etti: “Siyahlar da Kürtler de müzikle kendini var eder. Bu politika şunu gösterdi ki ‘bunlar, bu müzikleri; halayları, govendleri olduğu sürece yılmayacak ve devam edecekler. Bunun önünü kesmek için ne yapmak lazım? Bunları ya bu alandan mümkün mertebe daha tatlı su balığı haline getireceğiz ya da bunlar bu haliyle giderse, yeniden o coşku devam ederse’ bu onların politik anlamda hiç hazzetmedikleri bir durum. Biz de bu unsurlardan biri olduğumuzdan dolayı karşımızda bu ‘devlet …’ neyi deriz artık bilmiyorum ama karşı karşıya geliyoruz. Haliyle ekonomik sıkıntılarla birlikte kaliteli iş de üretemez duruma geliyorsun. Çünkü senin çıkacağın mekan, yapacağın işleri bir şekilde belirliyor. Mesela konsere çıkacağım zaman başka şeyler yapıyorum ama bir türkü bara gidince o kaliteli müziği yapma şansım yok. Ben de piyasadaki birçok şeyi, orada gelen talebi karşılamak durumunda kalıyorum ve ben haliyle ben olmaktan çıkıyorum.” “SUSTURMA, BASTIRMA, YILDIRMA AMAÇLI” Cihan Çelik, 2013 yılında katıldığı bir televizyon programında okuduğu eser sebebiyle hakkında şikayet olduğunu belirterek “Onca sene geçmiş niye bugün dava açılıyor?” sorusunu da gündeme getirdi. Çelik, şu değerlendirmeyi yaptı: “Devletin ‘barış süreci’ dediği bir dönemdi ve o zamanlar IŞİD’in saldırıları vardı. Buna karşı Alişer efendinin bir ezgisini okudum. Bununla birlikte Meçhuli’nin bir ezgisini de seslendirdim. Buna binaen hakkımda soruşturma açıldı ve eserdeki sözler nedeni ile ‘propaganda yapmışsın’ deniliyor. Alişer efendinin 100 yıl önce yazdığı ‘Kürdistan’ın orduları, mahvettiler barbarları/Vatan için öleceğiz, istemeyiz Moğolları’ diye bir sözcük geçiyor. 1921’de yazılmış ve altında da ‘yapılan tetkikler sonucu bu eserin 1921 yılında Sivas’ta Koçgiri isyanı döneminde yazıldığı’ neticesine vardıkları yazıyor. Madem bu sonuca vardınız mahkeme ne için? Bu mahkeme tamamen susturma, bastırma, yıldırma amaçlı. Gittiğim bir ortamda diyelim ki konsere çıkıyorum, flamalar, konuşmacılar, belki devletin hiç hoşuna gitmeyecek şeyler de olabilir. Avrupa’dasın, ben neye müdahale edebilirim ya da niye etmeliyim? Bunlar benim dışımda gelişen şeyler.” “DEVLET POLİTİKASI BASTIRMA, DEVŞİRME, DÖNÜŞTÜRME YÖNÜNDE” Cihan Çelik, müzik hayatı boyunca ilk kez hakkında dava açıldığını belirterek şöyle devam etti: “Daha önceden çıktığım, belki de hoşlarına hiç gitmeyecek çok daha büyük konserlerim de oldu ancak hiç böyle bir durum yaşamadım. Bir kere, soruşturmaya giren eser 100 yıllık bir ezgi. 100 Yıl önce bu sorun çözülmüş olsaydı bunlara da gerek kalmazdı. Yüzyıl kaybettik bir yüzyıl daha kaybetmeyelim diyorum. Maraş, Koçgiri, Malatya, Dersim, Çorum ve Hatay’a kadar olan bölge insanların çok sıkıntı yaşadığı, katliamlara maruz kaldığı bölgeler. Haliyle buralardan çıkan muhalif sanatçıların sesi o halkın bir nevi söyleyemediği ama içinden cesaret edip söyleyen birileri olduğu zaman da sempati uyandırdığı bir durum. Hiçbir hükümet, bunu istemez, çünkü politikası bastırma, devşirme, dönüştürme yönünde. Bu politikada çoğu zaman başarılı da olmuşlardır. Bunu ilk denediği yer ise Koçgiri’dir. Bugün Koçgiri’de ana dilini konuşan insan sayısı parmakla sayılacak kadar azdır. Benim böylesine Kürtçe bilmem dahi çok tuhaflarına gidiyor, ‘Sen bu Kürtçeyi ne nereden öğrendin?’ gibi sorularla bile karşı karşıya gelebiliyorum. Şaka gibi… Bir de bu alanda yaptığımız derlemeler; Alişer efendinin gerek muhalif kimliği; 1921 isyanı sonrası Nuri Dersimi ve Alişer affedilmeyen tek iki kişi. Biz de ısrarla onun ezgilerini, o dik duruşunu sergilediğimiz zaman karşımıza böyle şeyler çıkıyor. Belki ilk kez mahkemeye çıkacağım ama ekonomik anlamda bizim kendi içimizde dahi; kurumlarımızla zaten bir tür abluka altındayım. Beni, kaç sayıda Sivaslıların gecesinde görebilirsiniz? Göremezsiniz. Avrupa sayesinde bugüne kadar müzik yapabildim. “GERİ ÇEKİLMEYİ SİNDİREMİYORUM” Hem Alevi hem Kürt kimliğimle müzik yapan birisiyim. Alevi deyişlerinin sadece Türkçelerini değil, Kürtçelerini de Alişer efendinin birçok şarkısına da müzikler yaptım. ‘Koçgiri başladı harba’ eserini benden önce çok kişi okudu ama benimle özdeşleşti. Buna benzer birçok eser bugün Koçgiri’de değil sadece, Kürtçe okunan birçok yerde popüler. Mîro, Arix, Dowo ve daha birçoğu Koçgiri’ye ait eserler. Birçok müzisyen arkadaşımız pek tarihçesini bilmese de bunları okuyor ama biz inadına, ısrarla bu durumu sürdürmeye devam edeceğiz. Çünkü biz haklı olan tarafız. Geri çekilmeyi bırakıp gitmeyi de açıkçası sindiremiyorum.” PİRHA – Eren GÜVEN/İSTANBUL

ÖZEL HABER – Mehmet Atlı ile 30. Yıl Söyleşisi: Müziğin ve Kültürün İzinde

    Dersim, 30 yıllık müzik kariyeri boyunca Kürt müziğinin önemli isimlerinden biri haline gelen Mehmet Atlı’yı ağırladı. İstanbul’da başlayan müzikal yolculuğunu, Diyarbakır’daki gençlik yıllarından günümüze kadar uzanan deneyimlerini paylaşan Atlı, sanatını nasıl şekillendirdiğini ve kültürel çeşitlilikten nasıl beslendiğini anlattı. İstanbul’un kozmopolit yapısının ve Kürtçenin farklı lehçelerini tanımanın müziğine kattığı derinlikleri vurgulayan sanatçı, modernleşen ve kentlileşen Kürtçenin önemine dikkat çekti. Atlı’nın bu samimi söyleşisi, müziğin bireysel ve toplumsal dönüşümdeki rolünü bir kez daha gözler önüne serdi. Müzikal Yolculuğun Başlangıcı Atlı, saz çalmaya Diyarbakır’da ortaokul ve lise yıllarında başladı. Ancak o dönemde dar bir çerçevede olduğunu belirtti. İstanbul’un kültürel çeşitliliğinin müzikal perspektifini genişlettiğini aktaran Atlı, şehrin farklı coğrafyalardan gelen insanları tanıma fırsatı sunması, müzikal anlayışını derinleştirdiğini vurguladı. “Diyarbakır o zamanlar nispeten küçük bir şehirdi. Bildiğim, yakın çevrem, okuduğumuz tek tip kitaplar vardı. Coğrafyamıza dair duyduğumuz şeyler vardı ama İstanbul gibi büyük bir şehre gidince çok daha geniş bir dünya ile tanıştım,” diyor Atlı. İstanbul’a gidişiyle birlikte birçok farklı Kürt lehçesini ve kültürel zenginliği tanıma fırsatı bulduğunu ifade etti. “Sadece Diyarbakır’da konuşulan Kürtçeyi değil, örneğin Ağrı’da, Van’da, Cizre’de ve Şırnak’ta konuşulan Kürtçeyi İstanbul’da tanıdım. Bir Zazaca biliyordum ama Dersim’de konuşulan Zazaca’yı İstanbul’da öğrendim.” 1990’lı Yılların Zorlukları İstanbul’da karşılaştığı kültürel çeşitlilik, Atlı’nın müziğini şekillendirdi. Farklı Kürt lehçelerini ve Zazaca’nın çeşitliliğini öğrenme sürecinde, folklorik ezgiler ve Kürt şiirleri üzerinde çalışmalara başladı. Atlı, müzikal kariyerinde önemli dönüm noktalarını paylaşarak, 1990’lı yılların başlarında Kürtçe üzerindeki baskıların yoğun olduğu dönemde üniversite öğrencisi olarak aktif bir şekilde Kürt müziği çalışmaları içinde yer aldığını anlattı. “O dönemde Kürtçe’yle ilgilenmek tehlikeli bir işti. Eski kasetleri, plakları dinledik ve bir repertuvar çalışması yaptık. Diyarbakır’da olsaydım belki bu kadar açılmayacaktı ufkum ama İstanbul’da kendi çalıştığımız kültür merkezinde Kürtçe müzikte derinlemesine bir araştırmaya giriştik,” diye ekledi. Müzikal Çalışmalar ve Repertuvar Atlı, müzikal çalışmalarının üç ana hat üzerinde ilerlediğini belirtti: folklor üzerine çalışmalar, Kürtçe şiirleri bestelemek ve kendi şarkı sözlerini yazmak. “Folklorun zenginliği karşısında hayranlığa kapılırsınız. Ne yapacağınızı bilemezsiniz. Sanki her şey söylenmiş gibi gelir size,” diyor Atlı. Bu zenginliği yorumlayarak modern bir hale getirmeye çalıştığını ve kendi gerçekliğini anlatmanın önemini vurguladı. “Ben ne anlatacağım? Ben de anlatmaya değer ne var? Kendi gerçekliğimi anlatacağım. Mehmet olarak, birey olma hallerimi anlatacağım.” Kürt Müziğinin Modernleşmesi Mehmet Atlı, Kürtçe’nin modernleşen ve kentlileşen bir dil haline geldiğini vurguladı. 30 yıl önceki medya ortamı ile günümüzdeki medya ortamı arasındaki farkları dile getirerek, modern Kürt kamuoyunun oluşumuna dikkat çekti. Atlı, müziğin bu süreçteki rolüne değinerek, Kürt kamuoyunun oluşmasına ve Kürt müziğinin gelişimine katkıda bulunduğunu şu sözlerle anlattı: “Kürtçe modernleşiyor, kentlileşiyor. Çünkü Kürtler kentlileşiyor. Kırsal ortamlarından, köylerinden kopuyorlar. Kentlere akıyorlar özellikle büyük kentlere metropol kentlere, batının metropollerine, Avrupa’ya, Amerika’ya kadar açılan bir Kürt ve Kürtçe gerçeği var. Sadece Kürtler değişmiyor. Sadece Kürtler yer değiştirmiyor. Aynı zamanda Kürtçe yer değiştiriyor. Kürtçe kentlileşiyor. Örneğin otuz yıl önce benim müziğe başladığımdan bugün daha başka bir medya ortamı var. Kürt medyası var. Zengin geniş bir Kürt medya ortamı var. Otuz yıl öncesine nazaran. Dolayısıyla bir medya dili gelişti. Bir kamusal dil gelişti. Bir haber dili gelişti. Bu bizim şarkılarımızı da etkiledi. Modern bir Kürt kamuoyu oluştu. Türkiye’deki pek çok insanın anlamadığı sorunlardan biri budur bence. Kürtlerin kamuoyu vardır. Başkasının kolay kolay anlayamayacağı, tam olarak nüfuz edemeyeceği, Kürtlerin sevindiği ve Kürtlerin üzüldüğü gerçekler vardır. Bu işte Kürt kamuoyunun oluşumu demektir. Bu süreçte bizim müziğimizle bir rol oynadı. Benim kuşağımdan insanların yaptığı müzik, bir Kürt kamuoyunun, bir Kürt medya dili, müzik dilinin ortak hissiyatın oluşmasına bir katkısı olduğunu düşünüyorum.” Toplumsal ve Sanatsal Sorumluluk Atlı, sanatın toplumsal bir boyutu olduğunu ve müziğin bireysel ifadeden öte toplumsal bir anlam taşıdığını belirtti. “Sanat toplumsaldır. Tek tek bireyler yapsa bile toplumla interaktif bir ilişki içinde anlamlıdır,” diyen sanatçı, müziğin ve diğer sanat dallarının insanları düşündürmesi gerektiğine inandığını söyledi. “Müzik, resim, tiyatro, sinema bu eşitsizlikleri ifşa etme, bunların üzerine gitme, bunlar hakkında sorma işlevi görüyorsa bir anlamı vardır. Yoksa biraz kuru kalabalık olur yaptığımız şey. Bunu bir şeyin hizmetine koşmaktan bahsetmiyorum. Ama çıkardığımız seslerin, yazdığımız dizelerin, çektiğimiz görüntülerin yaptığımız resimlerin ya da heykellerin insanları düşündürmesi, insan olma üzerine yeni sorular sorması önemlidir diye düşünüyorum. Gazeteciliği de öyle görüyorum. Sanatçılığı da öyle görüyorum açıkçası” Son olarak, Mehmet Atlı müziğin evrensel bir dil olduğunu ve her bireyin kendi biricikliğini ifade etmesi gerektiğini belirtti. “Her bir insanın biricikliğini, Mehmet’in, sizin ya da kameranın arkasında duran arkadaşın biricikliği hiçbir şeye indirgenemez. Toplum böyle oluşuyor. Her birimiz bir kültürü taşımakla aslında bir dünyayı taşıyoruz,” diyen Atlı, birey üzerine düşünmenin ve onu önemsemenin gerekliliğini vurguladı. sanat yılında müziğe ve kültüre dair bakış açısına ilişkin gerçekleştirdiğimiz söyleşide Mehmet Atlı, sanatçının toplumsal dönüşümdeki yerini ve katkılarını bir kez daha ortaya koydu. Sevim KAHRAMAN          

Katledilen gazetecilerin resimleriyle sergi açmak istiyor

kürt ressam

Kürt ressam Enver Şahin (60), 12 Eylül 1980 Askerî Darbesi’nde ağabeyi tutuklandıktan sonra kendisine yönelik artan baskılar sonucu Erdêxan’ın Golan (Göle) ilçesine bağlı Xeskar (Köprücük) köyünden İstanbul’a göç etmek zorunda kaldı. İlkokul mezunu olan Şahin, ailesi ile beraber göç ettiği İstanbul’da tekstil işi yaparak geçimini sağladı. Çocukluğundan beri resim yapma hayali olan Şahin, dönem dönem resim yapsa da yaşadıkları ekonomik zorluklar nedeniyle bir türlü hayalini gerçekleştiremedi. Emekli olduktan sonra Aydın’ın Ortaklar ilçesi Dereköy Mahallesi’ne yerleşen Şahin, burada kurduğu atölye ile Kürtlerin yaşadığı sorunları tuvaline işledi. Yağlı boya ile yaptığı resimlerle özellikle Kürtlerin yaşadığı sorunları işleyen Şahin, resimlerini Kürt kurumlarına vererek Kürt kültürüne katkı sağlıyor. Yaklaşık 20 yıl önce Mezopotamya Kültür Merkezi’nin (MKM) düzenlediği bir çalışmada 3 arkadaşı ile beraber resimlerini sergileyen Şahin, katledilen gazetecilerin portrelerini yaparak, resimlerini sergilemek istiyor. ‘DUYGULARIMI RESİMLE DİLE GETİRİYORUM’  2014 yılında geldiği Aydın’da atölye kurduğunu belirten Şahin, “Şairlerin kelimelerle araları iyidir. Onlar sözlerle derdini dile getiriyor. Ben de içimdeki duyguları resmilerle dile getiriyorum. Herkesin bir yeteneği vardır. Benim çocukluktan beri ilgim vardı. Ama abilerim cezaevine girdi, sürgüne gitti. Bu nedenle sürekli resim yapamadım. Ama buraya geldikten sonra kurduğum atölyede resim ve heykel yapmaya başladım” dedi. ‘ÇALIŞMALAR TOPLUMLA İLİŞKİLİ OLMALI’  Kürt halkının birçok hak ihlaline uğradığını bu nedenle yaşananları resimlerine işlediğini kaydeden Şahin, yaptığı resimlerle halkına katkı sağlamayı hedeflediğini ifade etti. Şahin, “Toplumda yaşanan her olay olumlu olumsuz insan üzerinde bir etki yaratır. Mesela 2000 yılında cezaevlerine baskınlar oldu. Abim o zaman cezaevindeydi. Abimin görüşüne gitmiştim. Görüşten dönünce yaşanan baskını resme döktüm. Ben yaptığım çalışmaların toplumla ilişkili olmasını istiyorum. Bir manzara resmi yaparsan çok anlamı olmaz. Gidip manzara fotoğrafı çekebilirsin. Ama insanın içindeki duyguları resme dökmesi önemlidir. Ben de bunu yapıyorum” diye belirtti. RESİMLERİNİ KÜRT KURUMLARINA VERİYOR  Kürt kültürünün gelişmesi için çabaladığını dile getiren Şahin, “Ben kurduğum atölyede diğer arkadaşlarımla berber çalışmak istiyorum. Gelsinler birlikte birbirimizi olumlu olumsuz eleştirebilelim. Birbirimize katkı sunalım. Ben yaptığım resimleri satmıyorum. Kendim emekliyim o bana yetiyor. Yaptığım resimleri federasyonlara, derneklere, belediyelere veriyorum” ifadelerini kullandı. ‘KATLEDİLEN GAZETECİLERİN PORTRESİ’  Toplumun acılar ve mutlulukta ortaklaşması gerektiğini ifade eden Şahin, en büyük hayalinin katledilen Kürt gazetecilerinin portresini yaparak resim sergisi açmak olduğunu söyledi. Şahin, “Toplumun derdini topluma anlatan gazetecilerdir. Gazeteciler katledildiğinde, onların başlarına bir şey geldiği zaman kendi ailemin başına gelmiş gibi üzülüyorum. Kürt gazeteciler bir dönem çok katledildi. Hatta sokakta gazete satanlar bile katledildi. Benim ömrüm yeterse katledilen gazetecilerin portresini yapıp sergilemek istiyorum” diye konuştu. MA /  Delal Akyüz

Frankfurt Kitap Fuarı Filistinli yazarın ödül törenini iptal etti

 Frankfurt Kitap Fuarı Filistinli yazar Adania Shibli’nin ödül törenini iptal etti. Organizatörler, romanı onurlandırmaktan geri adım atmalarına gerekçe olarak İsrail-Hamas savaşını gösterdi. 18 Ekim’de Frankfurt’ta kapılarını açacak fuarın organizatörleri, Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e yönelik saldırılarının ardından bir kınama yayımlayarak İsrail ile tam bir dayanışma içinde olduklarını bildirdi. Fuarın programı da Yahudi seslere öncelik verecek şekilde yeniden düzenlenirken Litprom, Filistinli yazar Adania Shibli’ne ödülünün Hamas tarafından başlatılan savaş nedeniyle kitap fuarında düzenlenen bir törenle verilmeyeceğini duyurdu. Dernek, “Daha ileri bir tarihte etkinlik için uygun bir format ve ortam” arayacağı güvencesini verirken, “Adania Shibli’ye ödül verilmesi hiçbir zaman sorgulanmamıştır” açıklamasını yaptı. TEPKİLER BÜYÜYOR Bu karar, edebiyat ve yayıncılık dünyasından 600 kişinin açık bir protesto mektubu yayımlamasına neden oldu. Tanzanyalı edebiyatçı Abdulrezak Gurnah, Polonyalı yazar Olga Tokarczuk, Kongolu yazar Emmanuel Dongala ve Kanadalı yazar Naomi Klein gibi isimlerin imzasıyla yayımlanan mektupta, fuarın organizatörlerinin alanı bir Filistinlinin sesine kapattığı belirtildi. Uluslararası Bağımsız Yayıncılar Birliği (International Alliance of Independent Publishers) de karara tepki göstererek yazılı açıklama yaptı. Yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Filistin topraklarında on yıllardır süren İsrail işgali ve yerleşimci sömürgeciliği, İsrail ordusunun Gazze’ye yönelik son saldırılarıyla yeni bir boyuta ulaştı. Bu yazı kaleme alınırken, 724’ü çocuk olmak üzere 2,200’den fazla Filistinli hayatını kaybetti ve 1 milyondan fazla Gazzelinin kuzeyi terk etmesi emredildi. Bu ciddi insani krizin ortasında, kitaplar ve edebiyat da dahil olmak üzere tüm ifade araçlarıyla mazlumlara ses vermek çok önemlidir. İronik bir şekilde, dünyanın en büyük yıllık kitap fuarı olan Frankfurt Kitap Fuarı bunun tam tersini yapmıştır. Küçük Bir Ayrıntı adlı romanıyla 2023 Literaturpreis Ödülü’nü alacak olan Filistinli yazar Adania Shibli’nin ödül töreni, ‘kitap fuarında Yahudi ve İsrailli sesleri özellikle görünür kılmak’ ve ‘İsrail’in yanında tam bir dayanışma içinde durmak’ amacıyla fuar tarafından tek taraflı olarak iptal edilmiştir. Bu tek taraflılık kabul edilemez, zira Frankfurt Kitap Fuarı şiddet içermeyen diyalog ve tartışmaların yapılabileceği özgür ve tarafsız bir forum olmalıdır. Uluslararası Bağımsız Yayıncılar Birliği’nden yayıncılar olarak, Frankfurt Kitap Fuarı’nın Adania Shibli’nin ödül törenini iptal etme kararını kınıyor ve Filistinli seslere fuarda diğer seslerle aynı görünürlük ve saygının gösterilmesini talep ediyoruz” PİRHA

HDP ve Yeşil Sol Parti’den Bayram Mesajı: 14 Mayıs’ı çifte bayrama dönüştürebiliriz

Yayınladıkları mesajla Ramazan Bayramını kutlayan HDP Eş Genel Başkanları ve Yeşil Sol Parti Eş Sözcüleri, “Bu bayramı 14 Mayıs’ta çifte bayrama dönüştüreceğimize inancımız tamdır” dedi. Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar ile Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi  (Yeşil Sol Parti) Eşsözcüleri Çiğdem Kılıçgün Uçar ve İbrahim Akın, Ramazan Bayramı dolayısıyla yazılı açıklama yayınladı. Açıklamada, Ramazan Bayramı’na büyük bir acı, ağır kriz, topluma yaşatılan açlık ve yoksulluğun gölgesinde girildiği belirtilerek, “Bayramı öte yandan değişim ve dönüşümün, gerçek bayramların ve büyüyen umutların kıyısında karşılıyoruz” denildi. ’14 MAYIS’I KALICI BAYRAMLARA DÖNÜŞTÜREBİLİRİZ’  Depremde ihmaller sonucunda yaşamını yitiren on binlerce insanın anıldığı açıklamada şunlara yer verildi: “Onlara verdiğimiz sözün ve anılarına bağlılığın gereği olarak gerçek bir değişimi yaratmak zorundayız. Şimdi daha çok kenetlenmenin, kucaklaşmanın, aramıza örülmek istenen duvarlara inat birbirimize sarılmanın zamanı. Yaralarımızı birlikte saracağız, umudu ve sevinçleri birlikte büyüteceğiz. Bu bayram vesilesiyle bütün halkımızı, iktidara rağmen depremde ortaya çıkan dayanışma duygusunu büyütmeye ve bunu 14 Mayıs’ta gerçek bir değişim ve dönüşüm haline getirmeye çağırıyoruz. Yaşamımızı eşit ve özgürce yeniden yaratabiliriz. 14 Mayıs’ı üzerinde yaşadığımız bu topraklar ve halkımız için gerçek ve kalıcı bayramlara dönüştürebiliriz. Halklarımızın Ramazan Bayramı’nı kutluyor; bayramın barışa, kardeşliğe, eşitliğe ve özgürlüğe vesile olmasını diliyoruz. Bu bayramı 14 Mayıs’ta çifte bayrama dönüştüreceğimize inancımız tamdır.” MA/ANKARA

Pir Takmaz’dan ‘uzman Alevi personel’ alımına tepki: Aleviliği bir kaba sığdırmasınlar

Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’na 40 uzman personelin alınacağının duyurulmasına tepki gösteren Kureyşan Ocağı pirlerinden Hamza Takmaz, “Aleviliğin uzmanlara mı ihtiyacı var? Alevilik başlı başına bir yaşam şeklidir. Talipler yolu yürütenleri pirlik, analık makamına getirir. Devletin verdiği diplomalar, unvanlarla dede veya uzman olunamaz” dedi. Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile kurulan Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı bünyesinde 40 sözleşmeli ‘uzman’ personelin istihdam edileceği duyuruldu. AKP-MHP iktidar blokunun yıllar önce rafa kaldırdığı sözde ‘Alevi açılımı’ yeniden gündeme gelmiş, cemevlerinin “kültür merkezi” olarak tanımlanması, dedelere maaş bağlanması, cemevinin su ve elektrik giderlerinin karşılanması ve Diyanet benzeri “Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı”nın kurulması gibi başlıklar etrafında kamuoyuna yansımıştı. Alevi toplumu ve örgütlerinin rızası alınmadan atılan bu adımlar büyük tepki ile karşılandı ve Aleviler, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile kurulduğu duyurulan Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’na ve torba yasaya karşı ülkenin birçok yerinde alanlara çıkarak, “Eşit yurttaşlık talebimizden vazgeçmiyoruz” mesajı vermeyi sürdürüyor. Kureyşan Ocağı pirlerinden Hamza Takmaz,  40 sözleşmeli personelin Kültür Bakanlığı’na bağlı Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’na alınacak olmasına tepki gösterdi. “ALEVİ TOPLUMU YÖNETİLMEK İSTENİYOR” Alevi örgütlülüğün içerisinde kimi pasif duruşların sistem tarafından zayıf halka olarak görüldüğü ve bunlar üzerinden Alevi toplumunun denetim altına alınmak istendiğini kaydeden Takmaz, “Bu sistem insanların inançlarına, düşüncelerine gem vuruyor. Genel örgütlülüğümüz olsaydı belki bugün ki adımları atamazlardı. Çözümsüz bırakmak gerekirdi. Bunun bizden neler götürüp, neler kopardığını iyi okumak lazım. Elbette Alevi kurumlarının çabası olmuştur. Örgütsüzlüğümüzü gören güçler bizi yok etmeye gelir. Zorunlu din dersleri hala Alevi toplumunun önünde bir işkence. Örgütlülük içerisindeki bu pasif duruşları gören sistem birileri aracılığıyla bu toplumu yönetmek istiyor. Bireysel kaygı ve çelişkilerle olanlara ses çıkarmayanlar var. Bizim cemevlerimizde en kutsal günlerde devlet kurumlarının tüm yöneticileri oraları istila ederek konuşma yapmaya başladılar. Bu dünyanın başka yerinde görülmüş bir şey değildir” diye konuştu. “İNKAR EDEN GÜCÜN ALTINA GÜLBENKLER Mİ VERECEĞİZ?” Hamza Takmaz, Alevi inancına ‘uzmanlık’ gibi yaklaşımların saygısızlık olduğunu sözlerine ekleyerek, “40 sözleşmeli cemevi uzmanı alınacakmış. Neyin uzmanı? Aleviliğin uzmanlara mı ihtiyacı var? Alevilik başlı başına bir yaşam şeklidir. Talipler yolu yürütenleri pirlik, analık makamına getirir. Devletin verdiği diplomalar, unvanlarla dede veya cemevi uzmanı olunamaz. Had bilmezliktir, Aleviliğe darbe vurmadır. Hangi uzmanlık alanından bahsediyorsunuz? Aleviliğin uzmanlığı insani kamil olmadır, başka da bir şeyi yoktur. Ne olacak peki? Devlet kademesinden biri geldiği için ona özel gülbenk okunacak, sistemin istediği gülbenkler mi verilecek? Gönlümüzden akan ve haybemizde olan ne varsa onu var ederiz. Biz tek bir merkezi sistemden gelen ve tahakküm kuran bir gücün altında gülbenklerimiz olamaz. Bu büyük bir tehlikedir” ifadelerini kullandı. “YOLUMUZ BİR KALIBA SIĞMAZ, DAHİL OLACAKLAR VAZGEÇSİNLER” Pir Hamza Takmaz, son olarak Aleviliği denetim altına alma ve nihai asimilasyon sürecini başarıya ulaştırmayı hedefe koyan bu projeye dahil olanlara çağrıda bulunarak, “Bu sistem sana her şeyi unutturuyor. Elektrik, su faturasını ödemekle inancımızı tanıyor görüntüsü veriyorlar. Çocuklarımızın geleceği büyük bir tehlike altında. ‘Sizin inancına sizler karar verin, bizler onaylayalım’ diyecekleri yerde, cemevi uzmanı altında bu inanca saygısızlık ediyorlar. Buna sessiz kalan toplumlar yok olurlar. Bizim inancımızdan ellerini çeksinler. Buna dahil olacaklar bir an önce vazgeçsinler. Aleviliği bir kaba sığdırmasınlar. Bu Yolu nasıl olurda gidip böyle bir düzenin içerisine sokabilirsiniz. Bu, yolu mahkum etmektir. Bu tuzağa düşmektir ve bir an önce kurtulmak lazım” dedi. PİRHA- Ersin ÖZGÜL/ İZMİR

BAFTA 2023 Ödülleri: Törende mavi kurdele takan sanatçılar Kahramanmaraş depreminde hayatını kaybedenleri andı

İngiliz Film ve Televizyon Sanatları Akademisi (BAFTA) Ödülleri bu yılki sahiplerini bulurken, ödül töreninde Türkiye’de yaşanan depremde hayatını kaybedenler anıldı. En İyi Çıkış (İngiliz yazar, yönetmen ve yapımcı) dalında ödüle layık görülen Aftersun (Güneş Sonrası) filminin senaristi ve yönetmeni Charlotte Wells, ödül konuşmasında filmde yer alan Türk ekibe özel bir teşekkürde bulundu. 6 Şubat’ta merkezüssü Kahramanmaraş’ta yaşanan depremleri hatırlatan Wells, “Filmde çalışan Türk ekibe de özel bir teşekkür etmem gerekiyor. Ekibimizin çoğu Türktü. O ülkede, Türkiye ve Suriye’ye etki eden depremden etkilenmeyen herhangi biri olduğunu düşünmüyorum” dedi. Film, bir kız çocuğunun babasıyla birlikte Türkiye’de yaptığı tatili konu ediniyor. Wells, diğer pek çok sanatçı gibi, depremzedelere ve depremden dolayı yerlerinden olan insanlara dayanışma mesajı göndermek için kıyafetine mavi kurdele takarak katıldı. Mavi kurdele takan isimlerden birisi de Aftersun filminin başrol oyuncusu Paul Mescal’di. Kırmızı halıda AP’nin sorularını yanıtlayan oyuncu, neden mavi kurdele taktıklarına ilişkin soruyu, “Yaşanan felakete bir şekilde vurgu yapmak gerçekten önemliydi” diyerek yanıtladı. Mescal, “Ölü sayıları her geçen gün artıyor. Ne denebilir ki, gerçekten çok üzücü” dedi. En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü alan Tar filminin başrol oyuncusu Cate Blanchett de mavi kurdele takan isimler arasındaydı. Verdiği röportaj sırasında Mescal’in yanına gelen Blanchett, arkadaşının kurdelesine dokunarak teşekkür etti. Getty ImagesPaul Mescal “All Quiet On The Western Front” (Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok) filminin yönetmeni Edward Berger, “The Banshees of Inisherin” filminin başrol oyuncusu Colin Farrell, “Everything Everywhere All at Once” (Her Şey Her Yerde Aynı Anda) filminin oyuncularından Jamie Lee Curtis ile Sophie Turner ve Angela Bassett gibi isimler de mavi kurdele takarak depremde hayatını kaybeden insanları andı. PA Haber Ajansı’na konuşan Curtis, mavi kurdeleleri Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) iyi niyet elçilerinden birisi olan Blanchett’in ricasıyla taktıklarını söyledi. UNHCR, geçen yıl 20 Haziran Dünya Mülteci Günü’nde ünlü isimlerden, yerlerinden edilmiş insanlarla dayanışma ve mülteci konusunda farkındalık yaratmak için mavi kurdele takmalarını istemişti. Bu, “#withrefugees” (“#MültecilerleBirlikte”) etiketiyle bir sosyal medya kampanyasına da dönüşmüştü. Bu yıl BAFTA’ya All Quiet On The Western Front filmi damga vurdu. Ödüller öncesinde 14 dalda aday gösterilen film, En İyi Film, En İyi Yönetmen, Sinematografi de dahil olmak üzere toplam yedi dalda ödüllere layık görüldü. Almanca film, BAFTA’da İngilizce olmayan bir filmin aldığı en çok ödülü de toplayarak rekor kırdı. The Banshees of Inisherin ve Elvis filmleri de dörder dalda ödül aldı. Tár filmdeki rolüyle Cate Blanchett, En İyi Kadın Oyuncu ödülünü; Elvis’teki rolüyle de Austin Butler En İyi Erkek Oyuncu Ödülünü aldı. Cumhuriyet/Sanat

Sohbeti Aç
Sizi Dinliyoruz
Merhaba Size Nasıl Yardımcı Olabilirim?