HAPİSHANELERDE GIDA HAKKI İHLALLERİ DERİNLEŞİYOR

Hapishanelerde yaşanan hak ihlalleri arasında en temel insan haklarından biri olan sağlıklı ve dengeli beslenmeye erişim hakkı da bulunuyor. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25. maddesi beslenme hakkını en temel insan hakkı olarak tanımlarken, Türkiye’deki cezaevlerinde mahpusların yeterli ve güvenli gıdaya erişiminin sağlanmadığı belirtiliyor. Yemeklerden yabancı maddelerin çıkması, gıda zehirlenmeleri ve özel beslenme ihtiyacı olan mahpusların taleplerinin karşılanmaması, hapishanelerdeki temel hak ihlallerini gözler önüne seriyor. Özgürlük İçin Hukukçular Derneği’nden (ÖHD) Avukat Adile Salman da, hapishanelerdeki gıda hakkı ihlallerini ve hukuki süreçleri anlattı. Gıda Zehirlenmeleri ve Hijyen Problemleri Diyarbakır Barosu Hapishane Komisyonu üyesi olan ve altı yıldır bu alanda çalışan Avukat Adile Salman, hapishanelerden gelen şikayetlerde yemeklerin hijyenik olmaması, yemeklerden yabancı maddeler çıkması ve gıda zehirlenmelerinin yaşanması gibi ciddi sorunlarla karşılaştıklarını belirtti. 2023 yılında Diyarbakır T Tipi Cezaevi’nde bir yemekte fare çıkması, 2024 yılında ise Diyarbakır Kampüs Cezaevlerinde iki ay arayla 20’den fazla mahpusun gıda zehirlenmesi yaşaması bunlara örnek olarak gösteriliyor. Kadın mahpusların yemeğinde mermi bulunması gibi vakalar da kayıtlara geçti. Mahpusların, yemeklerin aşırı yağlı ve besin değerinin düşük olması sebebiyle bağışıklık sistemlerinin zayıfladığı, buna bağlı olarak hafıza problemleri, diş eti rahatsızlıkları, solgun cilt ve mide-bağırsak sorunları yaşadıkları belirtiliyor. Deprem Sonrası Temiz Su Krizi 6 Şubat depreminin ardından cezaevlerinde gıda krizinin derinleştiğini belirten Salman, birçok cezaevinde temiz suya erişim sağlanamadığını, mahpusların şebeke suyuna mahkum bırakıldığını veya odalara yalnızca kısıtlı miktarda içme suyu verildiğini ifade etti. Suya erişim kısıtlılığı nedeniyle bazı hapishanelerde ekmek bile dağıtılamadığı bilgisi paylaşıldı. Özel Beslenme Gereksinimi Olan Mahpuslar İçin Zorlaştırıcı Uygulamalar Cezaevlerinde vejetaryen, vegan, çölyak hastaları, emziren anneler ve diğer özel beslenme gereksinimi olan mahpusların uygun gıdalara erişimde büyük sorunlar yaşadığını vurgulayan Salman, idarelerin çoğu zaman rapor zorunluluğu getirerek süreci zorlaştırdığını ifade etti. Oysa Anayasa Mahkemesi, 2016 yılında verdiği bir kararda vejetaryen bir mahpusun özel beslenme hakkının yalnızca beyanına dayanarak sağlanması gerektiğine hükmetmişti. Hukuki Süreçler Sonuç Veriyor mu? Salman, gıda hakkı ihlalleriyle ilgili yapılan başvuruların çoğunlukla lokal çözümlerle geçiştirildiğini belirtti. Hapishane yönetimlerine yapılan başvurular yanıtsız kaldığında önce İnfaz Hakimliği’ne, ardından Ağır Ceza Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi’ne başvurulabiliyor. Ancak başvuruların büyük çoğunluğu kalıcı bir çözüm üretmek yerine geçici önlemlerle kapatılıyor. Mahpusların sağlıklı ve güvenilir gıdaya erişimi, insan hakları kapsamında değerlendirilmesi gereken kritik bir mesele olmaya devam ediyor. Avukat Salman, mahpusların gıda hakkı ihlallerinin takip edilmesi ve hukuki mücadelelerin sürdürülmesi gerektiğini vurguluyor. Düzgün Akdeniz

Eğitim-Sen Şube Başkanı Aşkın: ‘Üniversitenin asıl misyonu bilimsel araştırma ve nitelikli insan yetiştirmedir’

Munzur Üniversitesi uzun zamandır ‘kişiye özel’ kadro ilanları ile gündemde. 2024-2025 eğitim döneminde birçok tartışmayla gündeme gelen iddialara ilişkin üniversite yetkilileri henüz bir açıklama yapmadı. Sıkça kamuoyuna taşınan iddialara ilişkin Eğitim-Sen Dersim Şube Başkanı Mehmet Aşkın ile görüştük. Aşkın hem öğrencilerin hem de akademik personelin geleceği için alımlarda liyakate dayalı bir yönetim anlayışının benimsenmesi gerektiğini vurguladı. ‘İŞE ALIMLARDA ŞEFFAFLIK VE LİYAKAT GÖZETİLMESİ ŞART’ Eğitim Sen Dersim Şube Başkanı Mehmet Aşkın Munzur Üniversitesi denince, insanların aklına ilk olarak liyakatsiz ve kişiye özel kadro ilanları geldiğini aktardı. Bu olumsuz imajın aniden ortaya çıkmadığını, haklı gerekçelere de dayandığını belirten Aşkın, “Mevcut rektör ise bugüne kadar bu algıyı düzeltmek yerine, kendi yaptığı liyakatsiz kadro alımları ve taraflı atamalarla durumu bir ‘imaj’ olmaktan çıkarıp somut bir gerçeğe dönüştürmüştür.” diyerek şunları söyledi, “Üniversitenin mevcut akademik personeline, objektif kriterler söz konusu olduğu sürece, akademik yükselme süreçlerinde kolaylık sağlaması anlaşılabilir bir durumdur. Ancak yeni işe alımlarda şeffaflık ve liyakatin gözetilmesi şarttır; aksi takdirde hem üniversite hem de kent ciddi anlamda itibar kaybedecektir. Öyle ki açılan bazı kadroların sahiplerinin adı ve soyadı herkesçe bilinir hâle gelmiştir. Munzur Üniversitesi rektörü, bir yandan akademik personelden uzay madenciliği, robotik, drone ve nadir toprak elementleri gibi yoğun bilgi ve beceri gerektiren alanlarda araştırma yapmasını isterken, bu alanlara uygun ilanlar açmak yerine Elazığ’daki eş, dost ve akrabalarına özel kadrolar tahsis etmektedir. “İş bulmada kolaylık sağlama” iddiasıyla öne sürülen “eğitimci okuryazarlığı” hedefi de, nitelikli akademik personel istihdamından çok siyasi ve kişisel ilişkilerle yapılan atamalarla gölgede kalmaktadır.” ‘ÜNİVERSİTE TARAFINDAN HAZIRLANAN PROJELER YETERSİZDİR’ Tüm bu uygulamalar sonucunda, hem öğrencilerin hem de üniversite personelinin rektöre duyduğu güvenin giderek azaldığını belirten Aşkın konuşmasını şöyle sürdürdü, “Öğrenciler, kadro alımlarında hangi ölçütlerin dikkate alındığını rektörün sözlerinden çok davranışlarına ve kadro ilanlarına bakarak rahatlıkla görebilmektedir. Öte yandan, üniversitenin liyakatsiz kadrolarla kent için hazırladığı projeler de yalnızca bal, balık, sarımsak ve bez çanta gibi konularla sınırlı kalmaktadır. Bu projeler, akademik ilgiye fazla ihtiyaç duyulmaksızın zaten uzun yıllardır kentte üzerinde çalışılan alanlardır ve üniversite bu noktada kent ekonomisine en küçük bir katkı bile sunamamıştır.” ‘ÜNİVERSİTENİN ASIL MİSYONU BİLİMSEL ARAŞTIRMA VE NİTELİKLİ İNSAN YETİŞTİRMEKTİR’ “Hem öğrencilerin hem de akademik personelin geleceği için bu alımlarda nepotizm yerine liyakate dayalı bir yönetim ve “meritokrasi” anlayışı benimsenmelidir.” ifadelerini kullanan Aşkın son olarak şunları söyledi, “Munzur Üniversitesi’ndeki sorunlar, özellikle akademik kadro alımlarında giderek artan ‘nepotizm’ eğilimiyle daha da görünür hale gelmiştir. Nitelikli ve yetkin personelin yerine siyasi veya kişisel ilişkilere dayalı atamaların tercih edilmesi, üniversitenin eğitim kalitesini ve kurumsal itibarını ciddi ölçüde zedelemektedir. Ancak bu şekilde üniversite, asıl misyonu olan bilimsel araştırma ve nitelikli insan yetiştirme hedeflerine ulaşabilir ve kente gerçek anlamda katkı sunabilir.” dedi. DERSİM/Hakan KİZİR

DERSİM’İN KADİM HAFIZASI: KOÇ BAŞI MEZAR TAŞLARI ÜZERİNE ÇALIŞMA

Dersim’in kültürel ve müzikal hafızasını arşivleyen Munzur Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Daimi Cengiz, Dersim’deki koç başı mezar taşlarına ilişkin önemli bir çalışma yürütüyor. Uzun yıllardır bölgenin tarihi ve kültürel mirası üzerine araştırmalar yapan Cengiz, özellikle mezar taşları üzerindeki sembollerin anlam dünyasını çözmeye odaklanıyor. Koç Başı Mezar Taşlarının Anlamı Dersim’de koç başı mezar taşları, genç yaşta hayatını kaybeden erkeklerin mezarlarına konuluyor. Bu sembol, mezarda yatan kişinin yiğitlik ve cesaretini simgeliyor. Mezar taşlarında yer alan figürler ise kişisel özellikler ve yetenekler hakkında bilgi veriyor. Örneğin, kılıç ve çakmaklı tabanca figürleri, merhumun savaşçı ruhunu; saz motifi ise onun şair veya müzisyen kimliğini ifade ediyor. Kadın mezarlarında ise yuvarlak tepsi ya da “honça” motifleri bulunuyor ve bunlar annenin sofrasının her zaman açık olduğu anlamına geliyor. Mezar Taşlarının Coğrafi Yayılımı Koç başı mezar taşları sadece Dersim’e özgü değil. Doç. Dr. Cengiz’in araştırmalarına göre bu taşlar Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, Dağıstan ve Orta Asya’nın birçok bölgesinde de görülüyor. Bu yaygınlık, sembolün belirli bir etnik gruba ya da milliyete ait olmadığını, daha çok inançlar ve kültürel değerler üzerinden şekillendiğini gösteriyor. Özellikle Azerbaycan’ın Karakoyunlu bölgesinde ve Kars’ta bu mezar taşlarına yoğun şekilde rastlanıyor. Tarih boyunca farklı kültürler bu figürleri farklı anlamlarla yorumlamış. Örneğin, Hristiyan toplumlarda koç figürü, Hz. İsa’nın kuzusunu simgelerken, Alevi inancında ise koç, genç yaşta hayatını kaybeden yiğitleri temsil ediyor. ‘Koruma Altına Alınmalı’ Dersim’in köylerinde yoğun şekilde bulunan koç başı mezar taşları, define avcıları ve bilinçsiz kişiler tarafından büyük bir tahribata uğramış durumda. Lahit mezarlar ve sanduka taşları parçalanarak, içlerinde hazine aranıyor. Osmanlı, Selçuklu ve daha eski dönemlere ait mezar taşları ya kırılıyor ya da bilinçsiz şekilde müzelere taşınıyor. Doç. Dr. Cengiz, bu mezarlıkların korunması ve sit alanı ilan edilmesi gerektiğini belirtiyor. Açık hava müzesi formatında düzenlenecek bir proje ile bu taşların korunması ve restore edilmesi mümkün olabilir. Kapsamlı Bir Çalışma: Dersim Mezar Taşları Atlası Doç. Dr. Daimi Cengiz ve Munzur Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bölümü öğretim üyelerinden Doç. Dr. Tuncay Yıldırım, son beş ayda Dersim’in farklı bölgelerinde kapsamlı bir araştırma yürüttü. Bu araştırma kapsamında özellikle Hozat ilçesindeki 60 köy tarandı ve tüm mezar taşları fotoğraflandı. Mezar taşları üzerindeki figürlerin yanı sıra Osmanlıca, Arapça ve Farsça yazılar da kayıt altına alınarak epigrafik analizler gerçekleştirildi. Araştırmacılar, çalışmalarını bir atlas haline getirmeyi planlıyor. Bu atlas, Dersim’in mezar kültürünü, taş işçiliğini ve sanatsal mirasını detaylı şekilde belgeleyerek, gelecek nesillere aktarmayı amaçlıyor. Cengiz ve Yıldırım, ellerindeki verileri analiz ederek, mezar taşlarının üzerindeki sembollerin anlamlarını çözmeye ve bu mirası koruma altına almaya çalışıyor. Yetkililere Çağrı Cengiz, Dersim’in mezar taşlarının korunması için Kültür ve Turizm Bakanlığı, il kültür müdürlükleri ve ilgili devlet birimlerine bildirimlerde bulunacaklarını belirtiyor. Bunun yanı sıra, mezar taşlarının sanatsal ve tarihi değerine dikkat çekmek amacıyla bir fotoğraf sergisi açmayı da planlıyorlar. Kültürel mirasın yok olmaması için gerekli önlemlerin alınması gerektiğini vurgulayan Cengiz, “Bu taşlar sadece Dersim’in değil, insanlığın ortak mirasıdır. Tarih boyunca birçok kültür bu sembolleri kullanmış ve farklı anlamlar yüklemiştir. Ancak bu değerler korunmazsa, geçmişimize dair önemli izleri kaybetme riskiyle karşı karşıya kalırız” diyor. Dersim’in kadim mezar taşları üzerine yürütülen bu kapsamlı çalışma, bölgenin kültürel hafızasının korunması açısından büyük önem taşıyor. Araştırmacılar, bu değerli mirasın gelecek nesillere aktarılması için yetkililerin ve kamuoyunun duyarlılığını artırmayı hedefliyor. DERSİM/ Düzgün AKDENİZ      

BEYCAN: MÜCADELE VE DAYANIŞMANIN ÖNEMİNİ “İLİÇ” MADENİNDE GÖRÜYORUZ

Dersim TMMOB İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Uğur Beycan Erzincan İliç maden sahası hakkındaki son durumu radyomuza değerlendirdi. ” TMMOB olarak 2021 yılında Erzincan İliç Çöpler bölgesinde Kanada menşeli AnaGold firmasının yürütmüş olduğu altın arama faaliyeti üzerinden şirketin madende bir kapasite artışı ve bakanlığın vermiş olduğu ÇED olumlu raporları vardı. Buna istinaden TMMOB olarak 2021 yılında Erzincan İdari Mahkemesine bu alandaki kapasite artışına dair verilen ÇED olumlu raporuna ve kapasite artışına itiraz edip iptal talebinde bulunmuştuk. Akabinde Erzincan İdari Mahkemesinde taraf olarak katıldığımız davada yerel mahkeme, idari mahkeme, bilirkişi raporlarını ve ÇED olumlu raporunu, olumlu görüp TMMOB’un davasını reddetmişti. TMMOB reddedilen bu davayı bir üst mahkemeye, temyize götürdük. Danıştay, TMMOB’u haklı görüp üstün kamu yararı çerçevesinde ilk bilirkişi raporunun uygun olmadığını ve eksik olduğu gerekçesiyle tekrardan Erzincan İdari Mahkemesine davayı geri iade edip yargılamayı ve yeniden bir bilirkişi raporu düzenlenmesi üzerine talepte bulundu.” diyen Beycan açıklamasına maden sahasında yaşanan “liç” faciasını örnek vererek devam etti. ” Süreç Erzincan İdari Mahkemesinde işlerken ve yeni bir bilirkişi raporu oluşturulurken,  TMMOB’un da defalarca o bölgeye dair sunmuş olduğu raporlarda dikkat çekmiş olduğu oluşabicek felaketlerden “Liç Akması” sonucu dokuz emekçinin toprak altında kalıp hayatını kaybetmesi ile birlikte raporlardaki durumu acı ve ağır bir deneyimle de teyit etmiş olduk. Bununla birlikte, Erzincan İdari Mahkemesi hem yaşanan felaket hem yeni bilirkişi raporu hem de kamuoyunun baskısıyla birlikte TMMOB’u bu iki dava süreci ile ilgili haklı gördü ve TMMOB’un lehine, kapasite genişletmeyle ilgili kararı reddedip iptal etti. Bir de valiliğin Ocak’taki genişleme, kapasite genişlemesine dair ÇED gerekli değildir kararını reddedip iptal etti. Bu iptal sonucuyla birlikte davalı kurum, bakanlık, valilik ve şirket yetkilileri idari mahkemenin bu kararını üst mahkemede temyize götürse de sonuç yine lehimize tamamlandı ve kesinleşti” dedi. Sürecin dayanışma ve kolektif çalışmayla ve dayanışma sayesinde böyle sonuçlandığını dile getiren Beycan, ” Şüphesiz bu süreçler yürütülürken eş zamanlı olarak 2022-23 yıllarını takiben. TMMOB’un öncülüğünde Dersim Emek ve Demokrasi güçlerinin ve Dersim Kent Konseyi’nin birlikte yürüttüğü,  paneller, sempozyumlar yapıldı. Halkın farkındalığını, toplumsal refleksi bilgiyi, bilimsel boyutuyla, teknik boyutuyla, bilim insanlarıyla, yetkin mühendislerle, mimarlarla, bu konunun uzmanı kesimlerle, halkımızın farkındalığını artırma pratiğine de girdik. Sonucunda ise çıkan iptal kararı oldu. Bu açıdan TMMOB şahsında bu karar tüm Dersim halkının, tüm emek ve demokrasi güçlerinin de kazanımı olarak burada önümüzde duruyor. Bu kararla birlikte bir kez daha dayanışma kültürünün aslında ne kadar elzem olduğu açığa çıkmış oluyor. Genel süreçle ilgili gelinen nokta bu. Artık yapmamız gereken mahkemenin vermiş olduğu hükmün takibini yapmak ve dayanışmayla hakkımız olanı savunmak. ” diyerek sözlerini noktaladı. DERSİM/Ahmet GÜLMEZ

HIZIR QAWUTI: BEREKET VE DAYANIŞMANIN İZİNDE

Dersim’in Hozat ilçesine bağlı Dervişcemal Köyü’nde, Adıgüzel ailesi yıllardır süregelen Hızır qawut ritüelini, dualarla gerçekleştiriyor. Kavrulup öğütülen qawut lokmasından Hızır’ın bereket alacağına inanılıyor; bu uygulama, toplumsal dayanışma ve komşuluk ilişkilerinin güçlenmesine vesile oluyor. Dersim’in Hozat ilçesine bağlı Dervişcemal Köyü’nde, yüzyıllardır süregelen geleneksel inançlar ve uygulamalar, Adıgüzel ailesi evinde her yıl yeniden hayat buluyor. Köyde “Hızır’ın qawut lokmasından bereket alınır” inancıyla yaşatılan bu ritüeli bu yıl eşi, kızı ve torunu ile birlikte gerçekleştiren Selvi Adıgüzel, uygulamanın önemini ve sürecini şu şekilde anlattı: “Her yıl olduğu gibi bu yıl da evimizde dualarla Hızır qawutumuzu çevirdik. İlk olarak ‘paca’ dediğimiz alanda ateş yakıp buğday ya da arpayı kavuruyoruz. Kavrulan tahılları el değirmeniyle ‘dızdarda’ öğütüyoruz. Öğütme sırasında ortaya çıkan iri taneleri ‘kurdun kuşun hakkı’ diyerek hayvanlara dağıtıyoruz. Sonrasında, öğüttüğümüz qawutu ekmeğin arasına koyup kapı komşularımıza dağıtıyoruz.”                   Hızır lokması Selvi, qawutun köydeki yerini ve ritüelin manevi boyutunu da vurguladı: “Perşembe akşamı qawutu eleyip ocak önüne koyuyoruz. Cuma sabahı ilk ışıklarda ocak önüne koyduğumuz qawutta el izi varsa Hızır gelip qawuttan bir lokma almıştır. Yani, Hızır’ın qawuttan lokma alması bolluk ve bereketin simgesidir. Bu uygulama sayesinde komşuluk ilişkilerimiz güçlenir, toplumsal dayanışma pekişir.” Ayrıca, Selvi Alevi inancının kutsal dönemlerinden biri olan Hızır Orucu’nun uygulamalarına da değindi: “Ocak’ın ikinci yarısından Şubat ortalarına kadar süren bu dönemde oruç tutulur, evlerde gün batımında çıralar yakılır. Özellikle evli olmayan gençlerimiz, Hızır’ın son gününde oruç tutup akşam su içmezler. Çünkü o gece, rüyasında kendisine su veren kişiyle evleneceklerine inanılır.”                Kışın zorlu dönemi sona eriyor Aleviler açısından kutsal kabul edilen Hızır ayı, Ocak (Zemheri) ayının ortalarında başlayıp Şubat (Karakış) sonuna kadar devam eder. Hızır ayının “zemheri” olarak adlandırılması, ayın bitmesiyle soğukların kırıldığına yönelik bir inancı simgeliyor. Adıgüzel, “Hızır ayının sona erdiği ilk Cumartesi günü, gençlerin ellerindeki değneklerle kapılara, çocuklara ve hayvanlara vurulur. Soğuk geçen kış zamanında hastalıklara karşı koruduğuna inanılır ve güç kuvvet verdiğine inanılır. Bu ritüelle zemheriyi def etmeye çalışırlar” dedi. Bu ritüel, hem doğanın döngüsüne duyulan saygıyı hem de toplumsal dayanışmayla sert geçen kışın ardından gelecek doğanın canlanışına duyulan coşkuyu yansıtıyor. Toplumsal dayanışma ve kültürel mirasın devamı Adıgüzel ailesi, modern yaşamın etkisiyle bazı geleneklerin geride kalması karşısında kültürel mirası yaşatma konusundaki kararlılığını ortaya koyuyor. “Allah çocuklarımıza yardımcı olsun” temennisinde bulunan aile, Hızır qawutunu sadece manevi bir ritüel olarak değil, aynı zamanda toplumsal barış ve dayanışmanın simgesi olarak geleceğe taşımaya çalışıyor. Bu kutsal uygulama, Dersim’in bereket, umut ve birlikte yaşama inancını yansıtan değerli bir miras olarak, nesilden nesile aktarılmaya devam ediyor. DERSİM/Düzgün AKDENİZ

DÜNDEN BUGÜNE “İLİÇ MADEN FELAKETİ”

İliç maden faciası ülke tarihinin en büyük çevre katliamıyken işçi ölümleri için sanıklara en düşük cezaların istendiği davalardan biri oldu. Siyasi sorumluların çokça tartışıldığı faciada herhangi bir istifa olmadığı gibi soruşturma kapsamında bir yargılama da söz konusu değil. Yaklaşık 10 ay sonra hazırlanan iddianame ise birçok tartışmayı beraberinde getirdi. Sanıklar için düşük cezaların istendiği yargılamanın ilk duruşması 17 Mart 2025’te görülecek. Peki facianın üzerinden bir yıl geçmişken ilk günden bu yana hangi gelişmeler yaşandı? 13 Şubat 2024- Anagold Madencilik Sanayi ve Ticaret A.Ş.’nin 2010 yılı Aralık ayından itibaren altın üretimi yaptığı Erzincan’ın İliç ilçesinde saat 14.30 sıralarında Eski Değirmen mevkiinde toprak kayması meydana geldi. İlk açıklamaya göre siyanür ve sülfürik asit dağları çöktü. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, “667 çalışandan 9 kişiye ulaşılamıyor, 400 kişiyle arama yapılıyor” dedi. 13 Şubat 2024- TMMOB Metalurji ve Malzeme Mühendisleri Odası Başkanı İrfan Türkkolu, İliç’teki faciada ‘Göçük altında kalan madencilerin sayısının resmi rakamın beş katı olduğu’ yönünde bilgi aldıklarını söyledi. 13 Şubat 2024- Milli Savunma Bakanlığı faciada göçük altında kalan işçiler için devam eden arama kurtarma çalışmalarına 3’üncü Ordu İstihkâm Savaş Taburu askerlerinin de katıldığını duyurdu. 14 Şubat 2024- İliç’te madene karşı yıllardır mücadele veren Sedat Cezayirlioğlu sosyal medya üzerinden yayınladığı videolu mesaj sonrası gözaltına alındı. 14 Şubat 2024- Faciaya ilişkin tepkilerin odağında olan dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, bakanlığın madene “ÇED olumlu” kararı vermesini eleştirenleri algı operasyonu yapmakla suçladı. 14 Şubat 2024- Maden sahasında kayan toprağın altında kalan 9 işçiyi arama kurtarma çalışmaları devam ederken 6 işçinin kimliği açıklandı. 14 Şubat 2024- Çevre Bakanlığı, “İlk andan itibaren Fırat Nehri boyunca belirli noktalardan numuneler alınmış, şu an için kirlilik tespit edilmemiştir” açıklaması yaptı. 14 Şubat 2024- Dersim Valiliği kentten İliç’e gidişleri yasakladı. 15 Şubat 2024- Sivas Valiliği tarafından yapılan açıklamada da “Kanuna aykırı eylemlere katılmak amacıyla şahıs ve araçların Erzincan iline gidebileceği” belirtilerek Sivas’tan Erzincan’a çıkışların 7 gün süreyle yasaklandığı duyuruldu. 15 Şubat 2024- 9 işçiyi arama çalışmaları sürerken Anagold iş ilanı açtı. Şirket “İnsanları önemseyen şirket kültürü” ifadesini kullandığı ilanını birkaç saat sonra geri çekti. 15 Şubat 2024- Anagold Madencilik’in ortağı Çalık Holding faciaya ilişkin, “Operasyonel sorumluluğumuz yok, finansal yatırımcıyız” dedi. 16 Şubat 2024- Gözaltında alındıktan sonra serbest bırakılan Sedat Cezayirlioğlu’nun maden sahasına 3 kilometre kadar mesafeye girmesi yasaklandı. 16 Şubat 2024- Maden faciasında göçük altında kalan kamyonun parçalarına ulaşıldı. 18 Şubat 2024- Erzincan’da liç kayması sonrası yaşanan faciaya ilişkin yürütülen soruşturmada, şirketin Türkiye’deki müdürü Cengiz Demirci gözaltına alınmasının ardından 6 saat sonra serbest bırakıldı. 18 Şubat 2024- İliç’teki faciadan sonra 22 farklı maden projesi için başvuruda bulunuldu. Bakanlık ise bunlardan 11’ine onay verdi. 19 Şubat 2024- İçişleri Bakanı Yerlikaya İliç’te arama çalışmasının 6. gününde “Yerinden oynamış 3.5 milyon metreküplük toprak kütlesi var. Tekrar kayma riski var.” dedi. Çalışmalar durduruldu. 21 Şubat 2024- Bölgeyi ziyaret eden bakanlar arasında yer alan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki tehlikeli atıklara yönelik her gün numune alındığını belirterek “Şu ana kadar zehirli bir atık saptanmadı” dedi. 22 Şubat 2024- İliç’te faaliyet yürüten taşeron firma Çiftay’ın, bölgedeki siyanürlü toprağı taşıyabilmek için bünyesindeki işçilere kod değişikliği yaptığı ortaya çıktı. 24 Şubat 2024- Maden faciasının 12. gününde dönemin Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un onay verdiği ikinci kapasite artışı raporunda DSİ’nin İliç’teki maden için 2020 yılındaki ‘su havzası yoktur’ şeklinde görüş bildirdiği ortaya çıktı. 4 Mart 2024- TMMOB’un İliç’teki kapasite artırımına karşı Anagold Madencilik ve Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na açtığı davada, Erzincan İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı aldı. 16 Mart 2024- Liç yığını altında kalan işçilerin kullandığı pikaba ulaşıldı. 20 Mart 2024- Meydana gelen toprak kaymasına ilişkin soruşturmada jeoteknik mühendisi A.R.K tutuklandı. 21 Mart 2014- Madende çalışan işçilere uygulanan ferdi kaza sigortasındaki teminat tutarı yeni yapılan düzenleme ile 150 bin TL’den 1 milyon TL’ye yükseltildi. Ancak düzenlemeye İliç dahil edilmedi. Toprak altında kalan işçilerin yakınlarına 150 bin TL ödeneceği belirtildi. 23 Mart 2024- Maden faciasına yönelik hazırlanan birinci bilirkişi raporunda, gözaltına alındıktan 6 saat sonra serbest bırakılan Anagold Türkiye Müdürü Cengiz Yalçın Demirci’nin de aralarında olduğu yetkililer hakkında kusursuz tespiti yapıldı. Madende görevli mühendisler kusurlu bulundu. 24 Mart 2024- Liç yığınının altında kalan işçilerin aileleri, 41 günün sonunda yaptıkları açıklama ile cenazelerini isteyerek sorumluların cezalandırılması çağrısı yaptılar. 5 Nisan 2024- Arama çalışmalarının 53. gününde Mangan ocağında olduğu tahmin edilen 35 yaşındaki işçi Uğur Yıldız’ın cansız bedenine ulaşıldı. 19 Nisan 2024- Siyanürlü toprağın altında bir otomobile ulaşıldı. Otomobilin içerisinden bir işçisinin cansız bedeni çıkarıldı. Bulunan cesedin Adnan Keklik’e ait olduğu belirtildi. 4 Mayıs 2024- Bakan Bayraktar, İliç’te maden ocağında toprak altında kalan 2 işçinin daha cesedine ulaşıldığını açıkladı. Cenazeler Ramazan Çimen ve Kenan Öz’e ait olduğu belirtildi. 8 Mayıs 2024- Facianın ardından kurulan TBMM Araştırma Komisyonu, 3 ay sonra maden sahasına inceleme yaptı. 14 Mayıs 2024- DEM Parti Dersim Milletvekili Ayten Kordu TBMM Genel Kurulu’nda gündem dışı söz alarak, “Liç yığınında kayıp işçiler değil altın aranıyor.” dedi. 24 Mayıs 2024- 5 işçinin hala siyanürlü toprak altında olduğu İliç’te bilirkişiler ikinci kez rapor hazırladı. Raporda üst düzey şirket yöneticilerinin de yer aldığı 13 ismin asli kusurlu olduğuna karar verildi. Ayrıca madene ilişkin ÇED olumlu kararı veren kişilerin de asli kusurlu olduğu ifade edildi. 27 Mayıs 2024- Anagold Madencilik’e ait altın madeninde ikinci kez bir kayma meydana geldi. Toprak kayması 13 Şubat’ta yaşanan liç sahasıyla aynı yerde, taşıma işlemi yapılırken yaşandı. 4 Haziran 2024- Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Bayraktar, Erzincan İliç’te yaşanan heyelan sonrası toprak altında kalan işçilerden birinin daha bedenine ulaşıldığını söyledi. 5 Haziran 2024- TBMM İliç Maden Kazasını Araştırma Komisyonu’da konuşan Anagold temsilcileri, tutuklu jeoradar mühendisi A.R.K’yi ‘erken uyarı sistemini devre dışı bıraktığını’ iddia ederek suçladı. 6 Haziran 2024- Maden faciasından 4 ay sonra üç işçinin daha cansız bedenine ulaşıldı. Bulunan işçilerin Abdurrahman Şahin ve Hüseyin Kara olduğu belirtildi. 8 Haziran 2024- Liç kayması sonucu toprak altında kalan son işçinin cansız bedenine 116 gün sonra ulaşıldı. 28 Haziran 2024- Türk Tabipleri Birliği’nin maden faciası ile ilgili hazırladığı rapor yayımlandı. Raporda “İliç Çöpler Altın Madeni’nin kapatılması ve ruhsatının iptal edilmesi başta olmak üzere ülkemizde siyanürlü altın madenciliği yasaklanmalı, bundan sonra her türlü üretim ve tüketim ilişkileri doğayla uyumlu ve sömürüden uzak olmalıdır” denildi.

Abdullah Zeydan’a 3 yıl 9 ay hapis

Van Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Abdullah Zeydan’ın “örgüte yardım etmek” iddiasıyla yeniden yargılandığı davanın 8’inci duruşması Diyarbakır 5’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde başladı. Zeydan, duruşmaya katılmadı. Dosyanın avukatı Mahsuni Karaman’ın dosyadan çekilmesi üzerine, Mehmet Emin Aktar dosyaya avukat olarak katıldı. Aktar, süre talebinde bulundu. REDDİ HAKİM TALEBİNE RET Duruşma, avukat Mehmet Emin Aktar’ın savunmasıyla devam etti. Aktar, mahkeme heyetinin “güvenlik” önlemi alınması için İl Emniyet Müdürlüğü’ne müzekkere yazmasına tepki gösterdi. Aktar, “Benim savunma yapmamı beklemeksizin siz dün verdiğiniz yazıyla, kararınızı belirlediniz. Savunma yapmak benim ve müvekkilimin hakkıdır. Bu adil yargılamanın gereğidir. Siz süre vermeyerek, bunu ihlal ettiniz” dedi. Aktar, “Bugünkü tutumunuz adil yargılamayı ihlal ediyor ve tarafsızlığınızı ihlal etti. Bu nedenle mahkemeyi reddediyorum” diye belirtti. Aktar, reddi hakim talebinde bulundu. Mahkeme talebi reddetti. Aktar, talebinin reddedilmesine dair, “Makul süre verilmezse hem adil yargılama hem de savunma hakkı ihlal edilir” dedi. Mahkeme, “Örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmeye teşebbüs” iddiasıyla 3 yıl 9 ay hapis cezası verdi. MA

AĞIR HASTA TUTSAK ÇAM İÇİN ÇAĞRI: ‘BİR AN ÖNCE TAHLİYE EDİLMELİ’

İnsan Hakları Derneği (İHD)’nin paylaştığı bilgiye göre cezaevlerinde 651’i ağır olmak üzere bin 517 hasta tutsak bulunuyor. İnsan Hakları Derneği’nin ağır hasta mahpus listesinde yer alan 73 yaşındaki Mehmet Emin Çam da yapılan tüm başvurulara karşın infazı ertelenmeyen hükümlülerden biri. Çam için yapılan başvurular sonuçsuz kalırken, ailesi ise yaşamından endişe duyuyor. Batman Beşiri T Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan babasını en son 22 Ocak’ta ziyaret eden Şimel Çam, babasını daha kötü gördüğünü ve yaşamını tek başına idame ettiremediğini belirtti. ‘BABAM BİR AN ÖNCE TAHLİYE EDİLMELİ’ Birçok hastalığı bulunan babasının infazının ertelenmemesine tepki gösteren Şimel Çam, “Son görüşüne gittiğimde babamın koluna iki arkadaşı girmişti, her iki ayağı tutmuyor. Babam bize, “Şu an ağrıyı bırak, ben artık ayağımı kaldıramıyorum, hissetmiyorum. Arkadaşlarımın yardımı olmasa kalkıp oturması çok sıkıntılı. Daha önce iki kez ölümden döndü. Babamın tabut içinden cezaevinden çıkmasını istemiyoruz.” ifadelerini kullandı. ‘BABAMA KELEPÇELİ TEDAVİ VE BAĞIMSIZLAR KOĞUŞU DAYATILIYOR’ Cezaevi koşullarında babasının tedavisinin mümkün olmadığına dikkat çeken Şimel Çam şöyle devam etti, “Babamın ağır hastalıkları var ama onu kelepçeli bir şekilde muayeneye zorluyorlar. Yine babamı bağımsızlara zorluyorlardı. Babam da bunu kabul etmediği için onu tek kişilik hücrede tutmaya devam ediyorlardı. Daha sonra baktılar durumu iyi değil, koğuşa alındı. Cezaevine girdikten sonra hastalıkları fazlalaştı, dışarıdayken de hastalıkları vardı ama ölümcül riski gerektirecek hastalıkları yoktu. Mayıs ayında bir kalp krizi geçirdi cezaevinde. İki saat boyunca ambulans gelmemiş. Ölmesini bekliyorlardı öyle diyelim. Kendisi de o aktarımda bulundu. Babam gibi yüzlerce tutsağın ölüm döşeğinde. Bu vicdansızlığa son verilmeli.” Babasının bir an önce tahliye dilmesi gerektiğini söyleyen Çam son olarak şunları dile getirdi, “Talebimiz şu, babam 73 yaşında bir hasta tutsak ve birçok hastalığı onu ölüme götürecek hastalıklardır. Biz bir an önce dört duvar arasından çıkmasını ve tam teşekküllü bir hastanede tedavi olmasını istiyoruz. Bunu defalarca dile getirdik ama maalesef ki bir sonuç alamıyoruz. Bu konuda güçlü bir kamuoyunun oluşmasını istiyoruz. Çünkü babamın yaşamından endişe duyuyoruz ve her geçen gün bu endişemiz artıyor. Yani yetmiş üç yaşında bir insan size ne yapabilir ki?” Mehmet Emin Çam kimdir? Mehmet Emin Çam, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Siirt İl Başkanı iken KCK Kent Meclisi yapılanması iddiasıyla 12 Aralık 2012 tarihinde tutuklandı. 10 ayın ardından tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edilen Çam’a Siirt Ağır Ceza Mahkemesi tarafından ‘örgüt üyeliği’ iddiasıyla 9 yıl ceza verildi. Cezanın Yargıtay tarafından onanması üzerine 14 Mart 2022’de tutuklanan Çam, Batman M Tipi Kapalı Cezaevinde 17 gün boyunca tek kişilik hücrede tutuldu. Duygu KIT  

UMUDA ÇALINAN MAYA, HONÇA YUFKA

Pervin Kaçan, Dersim’in dar sokaklarında sabahın erken saatlerinde dükkânını açarken, sadece hamur yoğurmuyor; yılların emeğini, sabrını ve hayat mücadelesini şekillendiriyor. Gözleme, yağlı ekmek, palamut ekmeği, ekşi mayalı ekmek, kara kılçık ekmeği… Her biri onun hayat hikayesinin bir parçası. On iki yaşından beri hamurun içinde olan Pervin, ilk olarak annesine yardım ederken bu işe adım attı. Ama asıl dönüm noktası, evlendikten sonra kayınvalidesinin “Evliliği biliyorsan, yufkanı yapmayı da bileceksin,” demesiyle geldi. O gün başına bırakılan hamur, bir gün onun geçim kapısı olacaktı. Bir Projeden Hayallere Pervin’in yolculuğu sadece mutfakta başlamadı. Kendi işini kurma hayali hep aklının bir köşesindeydi. Bir dönem istiridye mantarı üretimi için proje hazırladı, ancak çeşitli nedenlerle hayata geçiremedi. Ama bu başarısızlık onu yıldırmadı. “Her kadın bir şeyi başarabilir,” diyerek, Dersim’de kendi işini kurmaya karar verdi. Bu süreçte Menekşe Abla’nın yufkacı dükkânında çalışarak deneyim kazandı. “Sen bu işi yaparsın,” diyen Menekşe Abla’nın sözleri, Pervin’in kafasında bir kıvılcım çaktı. O kıvılcım, bugün açtığı dükkânda koca bir ateşe dönüştü. Bu ateşi de uzun zaman Saniye Abla ile birlikte çalışarak harladı. Kadın Olmanın Getirdiği Engeller: “Bana Ev Vermediler” Pervin’in hikayesi sadece ekonomik bir mücadele değil, aynı zamanda toplumsal önyargılarla da savaşın hikayesi. “Kadınım diye bana ev kiralamadılar,” diyen Pervin, bu coğrafyada kadın olmanın ne kadar zor olduğunu derinden hissetti. Oysa borcuna sadık, sorumluluk sahibi biriydi. Ama kadın olduğu için sürekli bir adım geride tutuldu. Hatta işini yürütmek için bazen bir erkeğin araya girmesini sağlamak zorunda kaldı. “Oysa ben kendi işimi kendim görebilirdim,” derken, yaşadığı hayal kırıklığı sesine yansıyor. “Yürürsen Dünya Sana Yol Olur” Tüm bu zorluklara rağmen Pervin pes etmedi. Bir buçuk ay önce açtığı, ‘Honça Yufka’ dükkânında sabahın erken saatlerinden geceye kadar çalışıyor. Çocukları artık büyümüş, biri 22, diğeri 16 yaşında. Onlar kendi hayatlarını kurmaya başlarken, Pervin de kendi ayakları üzerinde durmanın gururunu yaşıyor. “Yürürsen dünya sana yol olur,” diyerek tüm korkularını ve endişelerini bir kenara bırakıp bu yola çıktı. Yolda tanıdığı insanlar, dostlar ve arkadaşları ona destek oldu. “Bazen hiç tanımadığım insanlar bana Hızır oldu,” diyor. Müşterilerden Gelen Destek Pervin’in emeği sadece ailesi için değil, çevresindeki insanlar için de ilham kaynağı oldu. Dükkânına gelen müşteriler, onun başarısını takdir ediyor. Kadın müşterilerden sık sık “Helal olsun, bunu başardın,” gibi sözler duyuyor. Erkek müşteriler ise zamanla önyargılarını kırıyor. Bir müşteri, ekmeğin tadı ekşi olduğu için eleştiride bulunmuş ama birkaç gün sonra geri dönüp, “Seni konuştular dışarıda, herkes çok güzel şeyler söyledi,” diyerek takdirini sunmuş. Bu küçük anlar, Pervin’in yorgunluğunu hafifletiyor. “Gerçek Özgürlük Burada Başlıyor” Pervin’in hikayesi sadece ekmek yapmaktan ibaret değil. O, aynı zamanda Dersim’de kadınların kendi ayakları üzerinde durabileceğini gösteren bir örnek. “Kadınların ekonomik özgürlüğü, gerçek özgürlüktür,” diyor. Her sabah erkenden dükkânını açarken elleri yoruluyor olabilir ama ruhu hiç yorulmuyor. Çünkü biliyor ki, o artık sadece kendi hayatının değil, çocuklarının ve ilham verdiği diğer kadınların da geleceğini şekillendiriyor. Kadınlara Mesaj: “Kendinize Güvenin ve Yola Çıkın” Pervin, hikayesini sadece kendi için değil, başka kadınlara ilham vermek için de anlatıyor. “Önce kendinize güvenin. Kendinizi iyi analiz edip. Sonra yürüyün. Engellerle karşılaşacaksınız ama çıkış yolları da bulacaksınız,” diyor. Onun hayatı, zorlukların aşılabileceğini ve kadınların kendi güçlerini keşfettiklerinde neler başarabileceklerinin bir kanıtı. DERSİM/Suay ABAK

‘BİZ HALA 6 ŞUBAT’TAYIZ’

6 Şubat’ın ikinci yılı: Malatya’da yaralar sarılmadı sorunlar devam ediyor Kahramanmaraş merkezli 11 ili yıkıma uğratan depremlerin üzerinden iki yıl geçti. 11 kentte hala insanlar yerinde dönüşümü beklerken birçok mağduriyeti giderilebilmiş değil. İki yıldır depremzedelerin en temel sıkıntıları iyileştirilemezken konteyner kentlerde yaşayanlar ise geçici bir barınmaya kavuşsa da birçok belirsizlikle yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Malatya’da konteyner kentte yaşayan depremzedelerin de sorunları hiç bitmedi. Konteyner kentteki bir depremzede hala 6 Şubat’ta kaldıklarını söylüyor durumunu tarif etmek için. Görüştüğümüz her depremzede birçok sıkıntıyı dile getirse de adını vermek istemiyor çünkü güvenlik kaygısı duyuyor. Adını vermek istemeyen bir depremzede depremden bu yana geçen iki yılını şöyle özetledi, “Evet bir konteyner verildi bize ama elektriğe bağlı olduğu için birçok konteyner yandı. Mesela benim ablamların evi de yandı. Şükür ki onlara bir şey olmadı ama AFAD görevlileri ablamlara ‘Dış kapıyı açıp tek tek çıkmayın, öyle bir yangın olduğu zaman çocukların hepsini dış kapıya getirin, birden kapıyı açın çıkın çünkü teneke olduğu için birden alev alır her taraf’ demiş. Ben bu korkuyla çocuklarımı burada tek başına bırakamam.” ‘BİZ HALA 6 ŞUBAT’TAYIZ’ Depremzede, şöyle devam ediyor, “İnsanlar gelip Malatya’yı gezsinler. Ağır hasarlı evler mahkemeye verildi denilip yıkılmamış, enkazı daha kaldırılmamış. Sözde yerinde dönüşüm yapılacak ama daha hiç başlanılmamış, her taraf yıkıldığı gibi duruyor. Aslında iki yıl geçti diyoruz ama bize bakarsan hala aynı yerdeyiz. Kiracı olduğum için daha uzun bir mağduriyet yaşıyorum. Bana ne zaman ev çıkacağı ne zaman bir yere geçeceğim belirsiz. Kendimiz ev tutamıyoruz çünkü kiralar çok pahalı. Depremden önce çalışıyordum ama şimdi konteynerdeki bu tehlikeleri bilirken nasıl çalışayım?” ‘NE ZAMANA KADAR KONTEYNERDE KALABİLİRİZ NE KADAR DAYANABİLİRİZ?’ Depremzede, 6 Şubat sonrasında yine en çok yoksulların mağduriyetinin devam ettiğini ekliyor. Kiracıların ev hakkının şu anda belirsiz olduğunu söyleyen ve büyük bir mağduriyet yaşadıklarını aktaran depremzede şu ifadeleri kullanıyor, “Bizim işimiz Allah’a kaldı diyebiliriz. TOKİ yapamıyorsan ya da yetiştiremiyorsan en azından ev sahiplerine bir rayiç fiyat koysan, ceza yazsan da biz bir eve geçebilsek. Çünkü şu anda bizim için başka türlüsü mümkün değil. Çünkü bana kira yardımı vermiyor devlet. Konteyneri bırakır giderim ama bunun için gücümüz yok ve çoğumuz böyleyiz.” Depremzede, yetkililerden yerinde dönüşümün hızlandırılmasını, sorunların artık çözülmesini talep ederken son olarak şunları söylüyor, “Bugün Malatya’da hiçbir eve güvenip de girilmez. Size yemin ederim şu anda oturanlar da en başından ağır hasar verilip, sonra başlarını sokabilmek için itiraz edip hafife çevirdiler. Her yerin baştan yıkılması gerekiyor. Umarım bir daha hiçbirimiz bu acıyı görmeyiz.” Duygu KIT  

Karakoçan’da Şap Alarmı: Küçükbaş Hayvanlarda Ani Ölümler Üreticiyi Zora Soktu

Elazığ’ın Karakoçan ilçesinde şap hastalığına bağlı olarak küçükbaş hayvan ölümleri üreticileri zor durumda bıraktı. Karakoçan Ziraat Odası Başkanı Necmettin Turgut, ilçeye bağlı Bahçecik ve Kalecik köylerinde görülen şap hastalığı nedeniyle yaklaşık 200 kuzunun telef olduğunu belirtti. Karantinaya alınan köylerde hayvan hareketliliği tamamen durdurulurken, üreticiler ise mağduriyetlerinin giderilmesi için yetkililerden destek bekliyor. 17 Köy ve Mahalle Karantinada Turgut, Karakoçan’da şu anda yalnızca iki köyde şap hastalığı tespit edilmesine rağmen, hastalığın yayılma riskine karşı toplam 17 köy ve mahallenin karantinaya alındığını açıkladı. “Şu an Karakoçan’da büyükbaş hayvanlarda şap hastalığına rastlanmadı ancak küçükbaşlarda özellikle kuzularda ani ölümler görülüyor,” diyen Turgut, hastalığın hızla yayılmasının önüne geçmek için karantina önlemleri alındığını vurguladı. Aşı Sorunu: Zamanında Yapılmayan Aşılar ve Yeni Doğanlar Risk Altında Turgut, şap hastalığının kontrol altına alınmasında en etkili yöntemin düzenli aşılamalar olduğunu belirtirken, bazı üreticilerin hayvanlarının gebe olması nedeniyle aşılamayı geciktirdiğini ve bu durumun hastalığın yayılmasına neden olduğunu söyledi. “Aşıların altı ayda bir yapılması gerekiyor. Ancak bazı üreticilerimiz, hayvanların yavru atma ihtimalinden korktukları için aşılamayı erteliyor. Bu da hastalığın yayılmasına zemin hazırlıyor,” dedi. Ayrıca Turgut, aşıların uygulanmasında yaşanan lojistik sorunlara da dikkat çekti. Aşıların taşınma ve saklanma koşullarının önemli olduğuna dikkat çekerek, “Aşılar kargo yoluyla geliyor ve bu süreçte uygun sıcaklıkta muhafaza edilmezse etkisini yitirebiliyor. ” diye konuştu. Bunun yanı sıra, yeni doğan kuzularda aşının etkili olmaması da hastalıkla mücadelede büyük bir zorluk yaratıyor. Turgut, bu konuyla ilgili olarak, “Yeni doğan kuzuların bağışıklık sistemi henüz tam gelişmediği için anneye aşılama yapılsa bile yeni doğanda etkili olmadığını gösteriyor. Bu da özellikle yeni doğmuş kuzuların hastalığa karşı tamamen savunmasız kalmasına neden oluyor,” ifadelerini kullandı. Bu durum, kuzulardaki yüksek ölüm oranlarını açıklarken, üreticilerin kayıplarını daha da artırıyor. Tazminat Talebi: “Şap Hastalığı Afet Kapsamına Alınmalı” Karakoçan Ziraat Odası Başkanı, şap hastalığının devlet tarafından tazminatlı hastalıklar listesine alınması gerektiğini savundu. “Şap hastalığı Brusella veya Tüberküloz gibi tazminat kapsamına alınmadığı için üreticiler mağdur oluyor. Avrupa’da olduğu gibi bu hastalık tazminat kapsamına girseydi, üreticiler hem daha hızlı önlem alırdı hem de zararları karşılanırdı,” dedi. Turgut, özellikle kuzuların ölmesiyle birlikte üreticilerin bir yıllık emeğinin boşa gittiğini ve bu durumun birçok çiftçinin hayvancılığı bırakmasına yol açabileceğini belirtti. “Kuzular öldüğünde koyunlar sütten kesiliyor, süt verimi düşüyor ve başka hastalıklar da baş gösterebiliyor. Bu sadece hayvan kaybı değil, zincirleme bir ekonomik felakettir,” diyerek durumu bir afet olarak nitelendirdi. Denetim ve Bilinçlenme Eksikliği Turgut, “Çiftçilerimizin aşılarını zamanında yaptırmaları ve hastalık belirtilerini anında bildirmeleri gerekiyor. Ancak tazminat olmadıkça üreticiler hastalığı bildirmekten kaçınıyor, çünkü zararlarının karşılanmayacağını biliyorlar,” dedi. Ayrıca hijyen kurallarına uyulmasının önemine dikkat çeken Turgut, çiftliklerde giriş çıkışların sınırlandırılması ve hayvan sevklerinin kontrol altında tutulması gerektiğini belirtti. “Şap hastalığı yeni bir hastalık değil, yüzyıllardır biliniyor. Ancak hâlâ tam anlamıyla kontrol altına alınamıyor. Bunun temel sebebi hem denetim eksikliği hem de üreticilerin yeterince bilinçlenmemiş olması,” diyerek durumu özetledi. Bölgedeki Üreticiler Zor Durumda: Destek Bekleniyor Karakoçan’daki şap hastalığı, yalnızca hayvan ölümleriyle sınırlı kalmayıp, hayvancılıkla geçimini sağlayan yüzlerce ailenin ekonomisini de tehdit ediyor. Bahçecik ve Kalecik köylerinde dört çiftçinin toplamda yaklaşık 200 kuzusu telef oldu. Karantinaya alınan köylerde hayvan hareketlerinin durması, ticaretle uğraşan üreticileri daha da zor durumda bıraktı. Turgut, yetkililere çağrıda bulunarak, “Bu sadece birkaç çiftçinin sorunu değil, tüm bölgeyi etkileyen bir krizdir. Valilik ve Tarım Bakanlığı’nın bu duruma bir afet gözüyle bakarak destek sağlaması gerekiyor,” dedi. Şap Hastalığıyla Mücadelede Aşının Önemi ve Devlet Desteği Karakoçan’daki şap hastalığı vakaları, bölgedeki hayvancılığın ne kadar kırılgan olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Aşılamaların zamanında yapılması, yeni doğan hayvanlar için koruyucu önlemlerin artırılması, hijyen kurallarına uyulması ve devletin tazminat desteği sağlaması hastalıkla mücadelede kilit rol oynuyor. Üreticiler, yaşanan kayıpların telafisi için acil çözüm ve destek bekliyor. Şap Hastalığının Yayılması Devam Ediyor Elazığ’ın Karakoçan ilçesinin yanı sıra, Sivas’ın Şarkışla ilçesinde de şap hastalığı nedeniyle tedbir amaçlı hayvan pazarı kapatıldı. Yozgat ve Dersim gibi çevre illerde de hastalık tespit edildi ve buralarda da karantina önlemleri uygulamaya kondu. Dersim’in Pertek ilçesinde ise 112 koyun ve 2 kuzunun şap nedeniyle ölmesi üzerine, 30 günlük karantina uygulaması başlatıldı. Şap Hastalığı Nedir? Şap hastalığı, çift tırnaklı hayvanlarda görülen akut ve bulaşıcı bir viral enfeksiyon olup, solunum yoluyla veya doğrudan temasla yayılmaktadır. Enfekte hayvanlar, solunum, deri, süt ve sperma yoluyla virüsü saçarak hastalığın yayılmasına neden olur. Şap hastalığının insanlar üzerinde nadiren etkisi olmasına karşın, hayvancılık sektörüne ciddi zararlar verebilir. Uzmanlar, hastalığın yayılmasının önlenebilmesi için aşılamaların zamanında yapılması ve denetimlerin sıkı tutulması gerektiğini belirtiyor. KARAKOÇAN/Suay ABAK  

DERSİM’DE DEĞİŞEN GELİR ARAÇLARI: TOPRAK MI, TURİZM Mİ?

Dersim’de istihdam ve işsizlik en temel sorunlar olarak yerini korurken tarıma dayalı üretimin zayıflaması insanları başka sektörlere itti. Kentte yaşayanlar istihdamın gelişmemesinin en önemli nedeninin süregelen siyasi atmosfer olduğunu söylüyor. Fakat bugün kentte hızla çoğalan mevsimlik turizmden bahsetmek mümkün. İş sahaları yetersizken, temel geçim kaynağı tarım ve hayvancılıkken bugün artık her iki vadi boyunca kamp, işletme, bungalov ev gibi tesislere rastlamak sıklaştı. Kentte yaşayanların bir kısmı doğanın turizme ve ticarete açılmasına tepki gösterirken bir kısmı da geçim kaynağı olarak olumlu bakıyor. ‘TURİZMİN ÖNE ÇIKMASININ BİR SEBEBİ DE İŞSİZLİK’ Dersim merkezde yaşayan Elif Demir dört yıl önce İstanbul’dan Dersim’e dönmüş. Pandemi sürecinde memleketine döndüğünü ve o süreçte toprağa yöneldiğini aktaran Demir şunları söyledi, “Pandemi herkes için olduğu gibi benim için de kabustu. Kapalı kalmak doğadan uzak kalmak belki de buraya dönmemdeki en etkili nedenlerden biri oldu. Buraya geldim ve bir şekilde yaşamımı da idame ettirmek zorundaydım. Ailemin desteğiyle arıcılığa başladım. Burada genel olarak bir istihdam sorunu olsa da ben ekonomimi bu şekilde kurabildiğim için belki de şanslıyım çünkü ciddi bir istihdam sorunu var burada. Bu da insanları tekrar toprağa, tarıma ve hayvancılığa yönlendirdi. Evet şehre göre her şeyi topraktan alabilmek bir avantaj ama bunun için sabır ve belli bir sermaye lazım. Bu yüzden birçok kişi de hızlı yollardan kendini kalkındırmak istiyor. Turizmin bu kadar öne çıkmasını buna da bağlıyorum.” ‘YETKİLİLERİN KENT GENELİNDE İSTİHDAM ALANALRI SAĞLAMASI GEREKİYOR’ Ovacık’ta yaşayan ve adını vermek istemeyen bungalov ev işletmecisi de insanların otellere ve turizme yönelmesinin nedenine ilişkin şunları söyledi, “İlimizde yaşayanların ekonomisi önceden daha çok toprağa dayanırken şimdi bungalov ev, kamp yeri açan işletmeler artışta. Çünkü ilimizde ne bir fabrika ne de düzenli bir istihdam sahası var. Fakat bu tarz işletmeleri de yine görece istihdam sorunu olmayanlar çalıştırabiliyor bu arada. Uzun yıllar burası göçle, yoksullukla, siyasi sorunlarla boğuştu. Şimdi de yine görece şanslı olanlar kendilerine bu alanları yaratıyor. Ama önemli olan aynı zamanda doğaya zarar vermemek. Bu noktada da işletmeciler olarak eleştiri aldığımız doğru. Elimizden geleni yapıyoruz ama öncelikle yetkililerin güvenilir iş sahalarını desteklemesi, köylüye çiftçiye alan açması gerekiyor. Yoksa şimdi olduğu gibi vadilerimizin her yani birer işletme haline gelmeye devam edecek.” DERSİM/Duygu KIT

Sohbeti Aç
Sizi Dinliyoruz
Merhaba Size Nasıl Yardımcı Olabilirim?