HAPİSHANELERDE GIDA HAKKI İHLALLERİ DERİNLEŞİYOR

Hapishanelerde yaşanan hak ihlalleri arasında en temel insan haklarından biri olan sağlıklı ve dengeli beslenmeye erişim hakkı da bulunuyor. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25. maddesi beslenme hakkını en temel insan hakkı olarak tanımlarken, Türkiye’deki cezaevlerinde mahpusların yeterli ve güvenli gıdaya erişiminin sağlanmadığı belirtiliyor. Yemeklerden yabancı maddelerin çıkması, gıda zehirlenmeleri ve özel beslenme ihtiyacı olan mahpusların taleplerinin karşılanmaması, hapishanelerdeki temel hak ihlallerini gözler önüne seriyor. Özgürlük İçin Hukukçular Derneği’nden (ÖHD) Avukat Adile Salman da, hapishanelerdeki gıda hakkı ihlallerini ve hukuki süreçleri anlattı. Gıda Zehirlenmeleri ve Hijyen Problemleri Diyarbakır Barosu Hapishane Komisyonu üyesi olan ve altı yıldır bu alanda çalışan Avukat Adile Salman, hapishanelerden gelen şikayetlerde yemeklerin hijyenik olmaması, yemeklerden yabancı maddeler çıkması ve gıda zehirlenmelerinin yaşanması gibi ciddi sorunlarla karşılaştıklarını belirtti. 2023 yılında Diyarbakır T Tipi Cezaevi’nde bir yemekte fare çıkması, 2024 yılında ise Diyarbakır Kampüs Cezaevlerinde iki ay arayla 20’den fazla mahpusun gıda zehirlenmesi yaşaması bunlara örnek olarak gösteriliyor. Kadın mahpusların yemeğinde mermi bulunması gibi vakalar da kayıtlara geçti. Mahpusların, yemeklerin aşırı yağlı ve besin değerinin düşük olması sebebiyle bağışıklık sistemlerinin zayıfladığı, buna bağlı olarak hafıza problemleri, diş eti rahatsızlıkları, solgun cilt ve mide-bağırsak sorunları yaşadıkları belirtiliyor. Deprem Sonrası Temiz Su Krizi 6 Şubat depreminin ardından cezaevlerinde gıda krizinin derinleştiğini belirten Salman, birçok cezaevinde temiz suya erişim sağlanamadığını, mahpusların şebeke suyuna mahkum bırakıldığını veya odalara yalnızca kısıtlı miktarda içme suyu verildiğini ifade etti. Suya erişim kısıtlılığı nedeniyle bazı hapishanelerde ekmek bile dağıtılamadığı bilgisi paylaşıldı. Özel Beslenme Gereksinimi Olan Mahpuslar İçin Zorlaştırıcı Uygulamalar Cezaevlerinde vejetaryen, vegan, çölyak hastaları, emziren anneler ve diğer özel beslenme gereksinimi olan mahpusların uygun gıdalara erişimde büyük sorunlar yaşadığını vurgulayan Salman, idarelerin çoğu zaman rapor zorunluluğu getirerek süreci zorlaştırdığını ifade etti. Oysa Anayasa Mahkemesi, 2016 yılında verdiği bir kararda vejetaryen bir mahpusun özel beslenme hakkının yalnızca beyanına dayanarak sağlanması gerektiğine hükmetmişti. Hukuki Süreçler Sonuç Veriyor mu? Salman, gıda hakkı ihlalleriyle ilgili yapılan başvuruların çoğunlukla lokal çözümlerle geçiştirildiğini belirtti. Hapishane yönetimlerine yapılan başvurular yanıtsız kaldığında önce İnfaz Hakimliği’ne, ardından Ağır Ceza Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi’ne başvurulabiliyor. Ancak başvuruların büyük çoğunluğu kalıcı bir çözüm üretmek yerine geçici önlemlerle kapatılıyor. Mahpusların sağlıklı ve güvenilir gıdaya erişimi, insan hakları kapsamında değerlendirilmesi gereken kritik bir mesele olmaya devam ediyor. Avukat Salman, mahpusların gıda hakkı ihlallerinin takip edilmesi ve hukuki mücadelelerin sürdürülmesi gerektiğini vurguluyor. Düzgün Akdeniz
Aile Hekimleri Mücadelede Kararlı

“Aile Hekimlerinden Sağlık Bakanlığı’na Tepki: İş Güvencesi ve Halk Sağlığı Tehlikede” Türkiye genelinde iş bırakan aile hekimleri, Sağlık Bakanlığı’nın yeni yönetmeliğiyle iş güvencelerinin zayıflatıldığını, hasta-hekim ilişkilerinin zarar gördüğünü vurguluyor. Aile hekimliği sistemine yönelik performans kriterleri ve maaş kesintileri, hekimler ve sağlık çalışanları arasında büyük bir tepki yarattı. Sağlık Bakanlığı’nın 1 Kasım’da yürürlüğe koyduğu “Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliğinde Değişiklik” sağlık çalışanları tarafından “Eziyet Yönetmeliği” olarak nitelendiriliyor. Türkiye genelinde 6-10 Ocak tarihlerinde düzenlenen iş bırakma eylemleriyle hekimler seslerini duyurmaya çalışıyor. “İş güvencemiz elimizden alınıyor” Yeni Yönetmelik Tepkilerin Odağında Sağlık Bakanlığı’nın yeni düzenlemesi, hekimlerin gelirlerini performans kriterlerine bağlarken, iş güvencesi ve özlük haklarını da ciddi şekilde etkiliyor. Dersim’de aile hekimi olarak görev yapan Dr. Nejdet Kaymak, yönetmelikle getirilen yaptırımların hekimler üzerinde ciddi bir baskı oluşturduğunu belirtiyor: “Bu yönetmelikle hekimlere sürekli ekonomik ve bürokratik baskı uygulanıyor. Hasta ilaç yazılımından, laboratuvar kullanımına kadar her alanda kısıtlamalar getiriliyor. Memnuniyet anketleri gibi ölçütler üzerinden iş güvencemiz elimizden alınmaya çalışılıyor.” Yeni düzenlemeye göre: •Doğum sonrası lohusa hastalara %98 ulaşma hedefi kondu; ulaşılamayan hastalar nedeniyle maaş kesintileri uygulanıyor. •Aile sağlığı merkezine kayıtlı ancak 6 ay boyunca muayene için gelmeyen hastaların faturası aile hekimlerine kesiliyor. •Yönetmeliğe uymayan bir hekimin maaşından 30-40 bin TL’ye kadar kesinti yapılabileceği ifade ediliyor. Dr. Kaymak, düzenlemenin hasta-hekim ilişkisini zedelediğini şu sözlerle vurguluyor: “Hekimlere getirilen ilaç yazma ve laboratuvar kullanımı sınırlamaları, tedavi süreçlerini olumsuz etkiliyor. Hekimler tedaviyi ekonomik kaygılarla sınırlamak zorunda kalacak. Bu durum, hastaların tedaviye erişimini zorlaştıracak ve sağlık hizmetlerinin niteliğini düşürecektir.” Maliyet Yükü Artıyor Hekimlerin yalnızca tedaviye odaklanması gerekirken idari ve mali sorumluluklarla boğuştuğunu belirten Dr. Kaymak, aile sağlığı merkezinin giderlerini aile hekimlerinin kendilerine ayrılan cari gider kaleminden karşıladıklarını fakat cari gider kalemlerinde de kısıtlama getirdiklerini söyleyerek “Kiralardan sigorta giderlerine kadar her şey yükseliyor. Ancak cari gider kalemleri aynı oranda artmıyor. Bizim işimiz hesap yapmak değil, sağlık hizmeti sunmaktır. Bakanlık bu sistemi sürdürülebilir hale getirmeli.” Talepler Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve diğer sağlık meslek örgütleri, yönetmeliğin geri çekilmesini ve aile hekimliği sistemine yönelik daha gerçekçi ve sürdürülebilir bir yaklaşım benimsenmesini talep ediyor. 6-10 Ocak tarihlerinde Türkiye genelinde düzenlenen iş bırakma eylemleriyle seslerini duyuran sağlık çalışanları, halk sağlığını koruma adına mücadelelerinin süreceğini belirtiyor. Sağlık Bakanlığı’nın aile hekimliği sistemine yönelik politikalarının halk sağlığına ve hekimlerin çalışma koşullarına etkisi önümüzdeki günlerde daha fazla tartışılacak gibi görünüyor. Aile hekimleri, taleplerinin karşılanması için mücadelelerini sürdürmeye kararlı. DERSİM/ Hıdır Yıldız
33 Sosyalistin öldürüldüğü Suruç Katliamı’nın 9. yılı: Adalet arayışı sürüyor

IŞİD çetelerinin bombalı saldırısıyla 33 sosyalistin yaşamını yitirdiği Suruç Katliamı’nın üzerinden 9 yıl geçti. Ailelerin ve dostlarının adalet arayışı 9 yıldır sürüyor. 20 Temmuz 2015’te Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu’nun (SGDF) çağrısıyla, Kobane’deki çocuklara oyuncak götürmek için Urfa’nın Suruç ilçesindeki Amara Kültür Merkezi bahçesinde bir araya gelen gençlere yönelik İŞİD’in gerçekleştirdiği bombalı saldırı 9’uncu yılını geride bıraktı. Katliamda 33 genç yaşamını yitirirken, 100’ün üzerinde kişi de yaralandı. Suruç Katliamı’na dair firari sanıklar yönünden devam eden duruşmada aile ve avukatların talepleri reddedilmiş, ayrıca duruşmada dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun dinlenmesi talebi de yinelenmişti. Suruç Katliamı’nın 9. yılında 33 düş yolcusu yapılacak etkinliklerle anılacak. AMARA KÜLTÜR MERKEZİNDE ANMA 20 Temmuz 2015 tarihinde “Beraber savunduk beraber inşa edeceğiz” kampanyası kapsamında Kobane’ye yola çıkan yüzlerce kişi mola verdikleri Urfa Suruç’ta bulunan Amara Kültür Merkezinde canlı bomba saldırısına uğradı. 33 düş yolcusunun ölümsüzleştiği, çok sayıda kişinin yaralandığı Amara Kültür Merkezinde her yıl olduğu gibi bu sene de 11.50’de anma yapılacak. CEBRAİL GÜNEBAKAN 19 TEMMUZ’DA ANILACAK Suruç şehitleri İstanbul’dan Samsun’a; Van’dan Diyarbakır’a, Hakkari’den Trabzon’a, Bursa’dan Ordu’ya kentlerde bulunan mezarı başında anılacak. Katledilenlerden Cebrail Günebakan için 19 Temmuz’da Elazığ Karakoçan Mezarlığı’nda anma düzenlenecek. İSTANBUL Ece Dinç: Karacaahmet Mezarlığı Nazegül Bahar Boyraz: Küçükyalı Mezarlığı Duygu Tuna, Cemil Yıldız, İsmet Şeker: Gazi Mezarlığı Polen Ünlü, Ezgi Sadet: Ihlamurkuyu Mezarlığı Alper Sapan: Kurtköy Mezarlığı Büşra Mete: Şeyhli Mezarlığı Vatan Budak: GOP Karlıtepe Mezarlığı VAN Yunus Emre Şen: Şehitlik Mezarlığı MARDİN Emrullah Akhamur, Murat Yurtgül: Kızıltepe HAKKARİ Süleyman Aksu: Orman Mahallesi Mezarlığı BURSA Ferdane-Nartan Kılıç: Hamitler Mezarlığı Nuray Koçan: Mudanya SAMSUN Mert Cömert: Samsun URFA Kasım Deprem, Osman Çiçek: Suruç Mezarlığı DİYARBAKIR Veysel Özdemir: Yeniköy Mezarlığı Nazlı Akyürek: 450 Evler CİZRE Uğur Özkan: Asri Mezarlığı AĞRI Erdal Bozkurt: Sorguçlu Köyü Mezarlığı MUŞ Evrim Deniz Erol, Medali Barutçu, Serhat Devrim: Taşo Mezarlığı DERSİM Çağdaş Aydın: Ovacık, Güneykonak Mezarlığı ANTAKYA Okan Pirinç: Hancağız Aile Mezarlığı TRABZON Koray Çapoğlu, Of KENTLERDE AÇIKLAMALAR Suruç katliamının hemen ardından SGDF etrafında kenetlenen ve Suruç’tan bugüne birleşik mücadeleyi sürdüren gençlik örgütleri bu yıl da başta İstanbul, Ankara, İzmir, Eskişehir olmak üzere çok sayıda kentte “Suruç için adalet herkes için adalet” şiarıyla anmalar yapacak. İSTANBUL’DA İKİ AYRI EYLEM İstanbul’da bu yıl da iki ayrı eylem gerçekleşecek. Saat 18.00’de Suruç Aileleri İnisiyatifi’nin çağrısıyla Kadıköy Halitağa Caddesinde Adalet Nöbeti yapılacak. 19.30’da ise gençlik örgütlerinin çağrısıyla Süreyya Operası önünde yan yana gelinecek. ANKARA’DA İKİ AYRI AÇIKLAMA Ankara’da da bu sene iki ayrı açıklama olacak. Ankara Emek ve Demokrasi Güçleri saat 18.30’da Sakarya Medyanı’nda açıklama yapacak, gençlik örgütlerinin çağrısı ise 19.00’da Yüksel Caddesi İnsan Hakları Anıtı önü. Dersim Seyid Rıza Meydanı’nda saat 17.30’da Suruç şehitleri için açıklama yapılacak. İzmir Alsancak Türkan Saylan Kültür Merkezi, Eskişehir Ulus Anıtı, Adana İnönü Parkı, Samsun Çiftlik Akbank önünde saat 18.00’da açıklama gerçekleştirilecek. Rize’nin Fındıklı Meydanı’nda 18.30’da açıklama yapılacak.
Ali İsmail Korkmaz’ın katledilmesinin üzerinden 11 yıl geçti

Anadolu Üniversitesi öğrencisi Ali İsmail Korkmaz, Eskişehir’deki Gezi eylemleri sırasında sivil faşistler ve polisler tarafından dövülerek katledilmişti. Ali İsmail Korkmaz, hayatta olsaydı bugün 30 yaşında olacaktı. 19 yaşındaki Anadolu Üniversitesi öğrencisi Ali İsmail Korkmaz, Eskişehir’deki Gezi eylemleri sırasında sivil faşistler ve polisler tarafından girdiği sokakta sıkıştırılmış ve dövülmüştü. Polis tarafından darp edildikten sonra eli sopalı faşistler tarafından iki defa daha darp edilmişti. Darp edildikten sonra gittiği hastanede tedavi görememiş, ilk tıbbi müdahaleyi ancak 20 saat sonra alabilmişti. Beyin kanaması geçirdiği anlaşılan 19 yaşındaki Korkmaz 38 gün komada kaldıktan sonra 10 Temmuz 2013’te hayatını kaybetti. Ali İsmail Korkmaz, yaşasaydı bugün 30 yaşında olacaktı. ALİ İSMAİL KORKMAZ, HATAY’DA ANILACAK Eskişehir’deki Gezi Direnişi sırasında darp edilerek hayatını kaybeden 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz, ölümünün 11’inci yılında çeşitli etkinliklerle anılacak. Ali İsmail’in ailesi tarafından kurulan Ali İsmail Korkmaz Vakfı (ALİKEV) tarafından düzenlenecek olan anma töreni, Hatay’ın Defne ilçesinde bulunan Defne Atatürk Stadyumu’nda akşam saat 20.30’da gerçekleştirilecek. Anma konserinde ALİKEV Müzik Topluluğu ile Cem Erdost İleri Ali İsmail için sahne alacak. ALİKEV’in sosyal medya hesabından yapılan açıklamada, “Anma konserimizde Cem Erdost İleri, Hatay’da Ali İsmail için sahne alacak. Cem Erdost İleri’den önce ALİKEV Müzik Topluluğu şarkılarını Ali İsmail için söyleyecek. Ali İsmail’i anarken Korkmaz ailesinin yanında olmak isteyen tüm dostlarımızı bu anlamlı konsere bekliyoruz” ifadeleri kullanıldı. PİRHA
Bahçeli Meclis’te rahatsızlandı

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Meclis grup toplantısı sonrası rahatsızlandı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin haftalık grup toplantısında konuştu. Bahçeli, tansiyon rahatsızlığı sebebiyle gecikmeli konuşmasına başladı. Bahçeli, prompter kullanmadı ve oturarak konuştu. Konuşması bittikten sonra bir süre yerinden kalkamayan Bahçeli’nin yürümesine beraberindeki parti yöneticileri yardımcı oldu. Salon çıkışında bekleyen gazeteciler Bahçeli’den uzak bir noktaya çekilen şeridin arkasına alındı. MHP Ankara İl Başkanı Alparslan Doğan, şeridin arkasında bekleyen gazetecilere, “Dışarı dışarı, gidin gidin” diye bağırdı. Gazetecilerin tepkisi üzerine Doğan gazetecilerin yanından uzaklaştı.
Avrupa Konseyi, zorunlu din dersleri konusunda hükümete Aralık 2024’e kadar süre verdi

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, 11-13 Haziran’da toplanmıştı. Aleviler tarafından açılan davalara ilişkin alınan ara kararda Türkiyeli yetkililerin, zorunlu din eğitiminden vazgeçmeleri için uygun seçenekler sunması yönünde vurgu yapıldı. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Aralık 2024 sonuna kadar öngörülen tedbirler hakkında Türkiyeli yetkilileri bilgi vermeye de davet etti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) önceki yıllarda aldığı kararlarının uygulanmasına dair 11-13 Haziran’da Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi toplantısı yapıldı. Alevi Düşünce Ocağı (ADO) Başkanı Doğan Bermek, bu toplantıya ilişkin hazırladığı ‘7. Nolu İzleme Raporu’nu paylaştı. Bermek, söz konusu toplantıya dair değerlendirmesinde “11-13 Haziran 2024 tarihlerinde toplanan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Türkiye’nin Kültür Bakanlığı’na bağlı olarak oluşturmakta olduğu ‘Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevleri Başkanlığı’ ile ilgili olarak 26 Mart 2024 tarihli yol haritasında yaptığı açıklama ve savunmaları yeterli görerek AİHM Büyük Daire’nin 62649/10 sayılı ‘İzzettin Doğan ve Diğerleri’ dava dosyasını da kapatma kararı aldı. Oysa dava dosyasındaki kararların henüz uygulanmamış olduğu ADO Alevi Düşünce Ocağı, İÖG İnanç Özgürlükleri Girişimi raporları ve ABF Alevi Bektaşi Federasyonu, ADO Alevi Düşünce Ocağı, AVF Alevi Vakıfları Federasyonu, ESİT Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, İHGD İnsan Hakları Gündemi Derneği ve Norveç Helsinki Komitesi İnanç Özgürlüğü Girişimi’nin ortak imzalı Durum Raporu ile Bakanlar Komitesi’ne tekrar tekrar bildirilmiş idi” diye belirtti. İzleme raporunda, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin son toplantısında aldığı karar ile Türkiye’den ‘Zorunlu din dersleri davası’ olarak bilinen 21163/11 sayılı “Mansur Yalçın ve Diğerleri” dosyası ile ilgili açıklamaların Aralık 2024 sonuna kadar istenildiği bilgisi verildi. Böylece 2005 yılında başlanan ve günümüze kadar süren ‘Alevi Davaları’ grubunda devam eden tek dosyanın ‘Zorunlu din dersleri’ dosyası olduğu bilgisi verildi. RAPORDA ‘İNANÇLARA KARŞI TARAFSIZLIK’ VURGUSU! Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin toplantısında ‘Mansur Yalçın ve Diğerleri Davası’ konusunda da ara karar verildi. Zorunlu din dersleri konusunda Türkiye’ye uyarıda bulunan Avrupa Konseyi, Aralık 2024 sonuna kadar öngörülen tedbirler hakkında yetkilileri bilgi vermeye davet etti. Toplantıya dair raporda şu vurgular öne çıktı: “Mahkeme tarafından iletilen, Sünni İslam dışında bir dini veya felsefi inanca sahip ebeveynlerin çocuklarına uygun seçenekler sunmayan ilk ve orta dereceli okullardaki din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinin zorunlu niteliği ve sadece sınırlı muafiyet olanakları nedeniyle Sözleşme’nin 1 No.lu Protokolünün 2. maddesinin ihlal edildiğine ilişkin nihai kararı göz önünde bulundurarak; Bu konunun 2008’den bu yana Komite önünde beklemekte olduğunu hatırlatarak; Mahkeme’nin açık tespitlerine ve Komite’nin tekrarlanan çağrılarına rağmen, din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinin zorunlu olmaya devam ettiğini, muafiyet prosedürünün çok sınırlı olduğunu ve bu durumun öğrenci velilerini ağır bir külfete ve çocuklarını din dersinden muaf tutabilmek için dini veya felsefi kanaatlerini açıklama zorunluluğuna maruz bırakabileceğini derin bir üzüntüyle not ederek; Zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersi müfredatının revize edilmesinin, Sünni İslam dışında bir dini veya felsefi inanca sahip ebeveynlerin çocuklarının, öğrencilerin ebeveynleri dini veya felsefi inançlarını açıklamak zorunda kalmadan, zorunlu din eğitiminden muaf tutulmaları için uygun seçeneklere duyulan ihtiyacı hafifletemeyeceğini hatırlatarak; Sözleşme’nin 46. maddesinin 1. paragrafı uyarınca her Devletin, taraf olduğu Mahkeme’nin nihai kararlarına tam, etkili ve hızlı bir şekilde uyma yükümlülüğünün altını çizerek; Yetkilileri, Türk eğitim sisteminin, çoğulculuk ve tarafsızlık ilkelerine saygı göstererek, Devletin çeşitli dinler, mezhepler ve inançlara karşı tarafsızlık ve yansızlık görevini yerine getirmesini sağlamak için gerekli önlemleri almaya ve Sünni İslam dışında bir dini veya felsefi inanca sahip ebeveynlerin çocuklarına, öğrencilerin ebeveynleri dini veya felsefi inançlarını açıklamak zorunda kalmadan, zorunlu din eğitiminden vazgeçmeleri için uygun seçenekler sunmaya ŞİDDETLE DAVET ETMİŞTİR; Yetkilileri, Aralık 2024 sonuna kadar öngörülen tedbirler hakkında bilgi vermeye DAVET ETMİŞTİR. 1 NO’LU PROTOKOLÜN 2. MADDESİNİN İHLALİ! Doğan Bermek, Hasan ve Eylem Zengin (9 Ekim 2007) kararındaki ihlalleri de aktararak şu bilgileri paylaştı: “Mahkeme’nin muafiyet prosedürünün uygun bir yöntem olmadığını ve ebeveynlere yeterli koruma sağlamadığını değerlendirdiğinin altı çizilmelidir. Mahkeme’ye göre, bu tür bir muafiyet, ebeveynleri dini veya felsefi inançlarını okul yetkililerine bildirmeye zorlayabilir ve bu durum, inanç özgürlüklerine saygı gösterilmesini sağlamak için uygun olmayan bir araç haline getirir. Mahkeme, Mansur Yalçın ve diğerleri davasında da bu tutumunu sürdürmüştür. Avrupa Mahkemesi, muafiyet prosedürünün öğrencilerin ebeveynlerini ağır bir külfete ve çocuklarının din dersinden muaf tutulması için dini veya felsefi kanaatlerini açıklama zorunluluğuna maruz bırakabileceğini tespit etmiştir. Bu temelde, Türk makamları, en uygun tedbirin, bu derslerden muafiyetin kapsamını genişletmek yerine, Din kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin içeriğinin yeniden gözden geçirilmesi olacağı görüşündedir. Bu bağlamda, yetkililer ayrıca Hasan ve Eylem Zengin davasında Mahkeme’nin, müfredatın belirlenmesi ve planlanmasının ilke olarak Sözleşmeci Devletlerin yetkisi dâhilinde olduğunu açıkça vurguladığını belirtmek isterler. Mahkeme, 1 No.lu Protokol’ün 2. maddesinin ikinci cümlesinin, Devletlerin, Devlet okullarında, verilen öğretim yoluyla, doğrudan veya dolaylı olarak dini veya felsefi türden nesnel bilgi veya bilgiyi yaymalarını engellemediğini belirtmiştir. Dahası, Mahkeme’ye göre, ebeveynlerin bu tür öğretim veya eğitimin okul müfredatına dahil edilmesine itiraz etmelerine bile izin vermemektedir, çünkü aksi takdirde kurumsallaşmış tüm öğretimler uygulanamaz hale gelme riskiyle karşı karşıya kalacaktır. Görüldüğü üzere mahkeme, o dönemdeki durumun yol açtığı ihlali ortadan kaldıracak somut bir uygulamaya işaret etmemiştir. Aksine, konuyu Devletin takdir yetkisine bırakmıştır. Mahkeme’nin “muafiyet usulü” hakkındaki görüşlerini dikkate alan yetkililer, ihlalin giderilmesi alanında çeşitli adımlar atmışlardır. İlk olarak, Türk makamları, zorunlu DKAB dersinin varlığının AİHM kararında başlı başına bir ihlal olarak değerlendirilmediğini açıklığa kavuşturmak istemektedir. Mahkeme, ihlal tespit ettiği kararında, DKAB dersi müfredatının içeriğinin altını çizmiştir. Yetkililer, alınan bireysel tedbirlerin, söz konusu ihlallerin sona ermesini ve başvuranlara olumsuz sonuçların telafi edilmesini sağladığını düşünmektedir. Mansur Yalçın ve Diğerleri ile ilgili olarak çözülmemiş konulara ilişkin olarak, Türk makamları Komite’yi bilgilendirecektir.” “CEMEVİ BAŞKANLIĞI, EŞİTLİKÇİ OLMAKTAN UZAKTIR” Doğan Bermek, hazırladığı raporda kimi öneriler de sunarak şöyle devam etti: “İzzettin Doğan ve Diğerleri” davası oldukça karmaşık bir davadır. Farklı din ve inanç gruplarına farklı prosedürler ve meşruiyet uygulamaya çalışan bir ülkede kararın uygulanması uzun zaman alabilmektedir. İnançlara yönelik politikalar ülkedeki tüm inanç grupları için tek tip ve aynı olmalıdır. “Zorunlu Din Dersi” davası ülkemizin önemli davalarından biridir. Çok dinli ve çok inançlı bir ülkede, bir inancın tek bir mezhebine dayalı zorunlu eğitim, sadece eğitim açısından değil, çoğulcu toplumsal yaşam açısından da büyük sorunlar yaratmaktadır ve bu sorunun bir an önce çözülmesinin ülkedeki siyasal ve toplumsal barışa büyük katkı sağlayacağına inanıyoruz. Farklı dini grupların kendi din adamlarını yetiştirebilecekleri bir eğitim ortamının yaratılmasının ülkemizdeki en önemli ihtiyaçlardan biri olduğuna olan inancımızı da yinelemek isteriz. “ÇOCUKLARIN DİN ÖZGÜRLÜĞÜ HAKLARINA MÜDAHALE EDİLMEKTE” Doğan
Öğretmen Sendikası’ndan Milli Eğitim Bakanlığına 15 bin imza

Öğretmen Sendikası, Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin ile yaptıkları görüşmenin ardından verilen taahhütlerin yerine getirilmemesi üzerine topladıkları 15 bin imzayı Milli Eğitim Bakanlığına sundu. Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası (Öğretmen Sendikası) 8 Şubat’ta Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin ile yaptıkları görüşmenin ardından verilen taahhütlerin yerine getirilmemesi ve kendilerine hiçbir dönüş sağlanmaması üzerine imza kampanyası başlattı. Sendika, topladığı imzaları Milli Eğitim Bakanlığı Önünde yaptıkları açıklama ile bakanlığa sundu. Birçok şehirden binlerce öğretmenin imzası, bakanlık yetkililerinin olmadığı gerekçesiyle alınmadı. Ardından sendikanın Genel Başkanı Eren Edebali’nin yaptığı açıklamada imzalar alınmazsa buradan ayrılmıyoruz demesi ve kitlenin beklemesi üzerine Milli Eğitim Bakanlığı yetkililerine verilmek kaydıyla imzalar kabul edildi. Burada yapılan açıklamaya Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İzmir ve Riha Milletvekilleri Burcugül Çubuk ve Ferit Şenyaşar da katıldı. ‘ÖĞRETMENLER AÇLIK SINIRINDA ÇALIŞAMAZ’ Sürecin yüzbinlerce eğitim emekçisini ilgilendirdiğini belirten Edebali, “29 Ocakta memleketi dört bir yanından gelen yüzlerce eğitim emekçisi sendikanın çağrısıyla buluşmuş ve taban maaşı hakkını direngen bir şekilde savunmuştur. Orada buluşan öğretmenler bir şeyi şart olarak sunmuştur. Oda o gün oradan Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Tekin ya da bakanlık yetkililerinden biriyle görüşmeden ayrılmayacağımızdı. Kararlı duruşun sonucunda o gün Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin ile görüşmek üzere bir hafta sonrasına randevu aldık. Hem o gün yaptığımız görüşmelerde hem de bir hafta sonra yaptığımız görüşmelerde söylenen şuydu; Taban maaş başta olmak üzere, yan haklarla ücret hakkından tutalım öğretmenlik meslek kanununda tüm öğretmenlerin özel veya kamu fark etmeksizin hepsini eşitleyen değişikliklerin yapılacağı, Nisan ayında Meclise bir kanun teklifinin sunulacağı ve bu kanun teklifi sunulduktan sonra en geç temmuz ayına kadar yürürlüğe gireceği söylendi. Yaptığımız görüşmede adalet bakanı bize bunları söyledi. Sendikamız taban maaş hakkının geri gelmesiyle ilgili yaşanan sürece iki buçuk seneden beri yoğun bir kampanya çalışması sonucu ulaştı. Kamuoyunun da bildiği gibi öğretmenler açlık koşullarında asgari ücretle çalışmakta. Vasıflı bir meslek olarak öğretmenler açlık sınırında çalışamaz diyoruz” diye konuştu. ‘MÜCADELE BÜYÜMELİ’ Ardından imzaların alınmaması üzerine tekrar açıklama yapan Edebali, “Bakanlık yetkilileri bize istediğiniz zaman ulaşabilir ve görüşebilirsiniz demişti. Biz haftalardır görüşmek istiyoruz fakat yanıt alamadık. Buraya geldik kapı duvar. Biz bugün 15 bin imzayı biran önce bakanlık yetkililerine vermeden buradan gitmiyoruz. Bu imzaları teslim edeceğiz. Diğer kentlerdeki sendikalı arkadaşlarımızı bulundukları kentlerin meydanlarına davet ediyoruz. Sembolikte olsa taban maaş ne oldu sorusunu sormalarını, eylemlere taşımalarını ve bu soru üzerinden mücadeleyi büyütmelerini istiyoruz. Buradaki bekleyişimiz devam edecek” şeklinde konuştu. Ardından bakanlık yetkililerine verilmek sözüyle imzaların kabul edilmesi üzerine öğretmenler eylemi sonlandırdı.
Türkiye ile Irak arasında 26 anlaşma imzalandı

AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 12 yıl aradan sonra gerçekleştirdiği Irak ziyaretinde “Su Alanında İşbirliği Çerçeve Anlaşması” ve “Stratejik Çerçeveye İlişkin Mutabakat Zaptı” ile 24 işbirliği anlaşması imzalandı. AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, bir dizi görüşme gerçekleştirmek için Irak’a gitti. İlk olarak Bağdat’ta Irak Cumhurbaşkanı Abdullatif Reşid ile bir araya gelen olan Erdoğan, daha sonra Irak Başbakanı Muhammed Şiya es Sudani ile bir araya geldi. 4’LÜ MUTABAKAT İMZALANDI Erdoğan ile Irak Başbakanı Muhammed Şiya es Sudani’nin himayesinde Irak, Türkiye, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasında, Kalkınma Yolu Projesi’nde işbirliğine ilişkin 4’lü mutabakat zaptı imzalandı. İmza töreninde üç ülkenin ulaştırma-altyapı bakanları ile BAE’nin enerji-altyapı bakanı da hazır bulundu. Ayrıca Irak ile Türkiye arasında “Su Alanında İşbirliği Çerçeve Anlaşması” ve “Stratejik Çerçeveye İlişkin Mutabakat Zaptı” ile 24 işbirliği anlaşması imzalandı. Irak’la 10 yıllık Su Kaynaklarının İdaresi Anlaşması’na varılmış oldu. ERDOĞAN-SUDANİ AÇIKLAMASI Erdoğan ve Sudani görüşmesinin ardından ortak basın toplantısı düzenlendi. Basın toplantısında konuşan Erdoğan, Irak’ın PKK’yi “Yasaklı Örgüt” ilan etmesinden duyduğu memnuiyeti dile getirdi. Irak ile birlikte PKK’ye karşı müşterek adımlar üzerine konuştuklarını belirten Erdoğan, Irak’la imzaladıkları stratejik iş birliği anlaşmalarına değindi. BARZANİ’DEN TÜRKÇE PAYLAŞIM Bağdat’taki ziyaretlerinin ardından Federe Kurdistan Bölgesi’nin Hewlêr kentine geçen Erdoğan, Federe Kurdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani tarafından karşılandı. Erdoğan’ın Hewlêr’e yaptığı ziyarete ilişkin X hesabından Türkçe olarak paylaşımda bulunan Barzani, Erdoğan’ı Hewlêr’de ağırlamaktan mutluluk duyduğunu ifade etti. Barzani’nin yaptığı paylaşım şöyle: “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Bağdat ve Erbil’e yaptığı tarihi ziyaret, bölgede hassas bir döneme denk geliyor. Irak ve Kürdistan Bölgesi ile Türkiye arasındaki güçlü siyasi, ekonomik ve güvenlik bağlarına da dikkat çekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Erbil’de ağırlamaktan mutluluk duyuyorum Barış, istikrar, ekonomik kalkınma gibi önemli konuları ele alacağız.”
Özgür Basın çalışanları gözaltına alındı

İstanbul ve Ankara’da Özgür Basın çalışanlarına dönük operasyonda 7 gazeteci gözaltına alındı. Özgür Basın çalışanlarına dönük bu sabah saatlerinde İstanbul ve Ankara’da gözaltı operasyonları yapıldı. Ankara’da yapılan ev baskınında Mezopotamya Ajansı (MA) muhabiri Mehmet Aslan gözaltına alındı. İstanbul’da yapılan ev baskınlarında ise MA muhabiri Esra Solin Dal, Yeni Yaşam Gazetesi çalışanı Enes Sezgin ile Özgür Basın emekçileri Saliha Aras, Yeşim Alıcı, Beste Argat Balcı ve Şirin Ermiş gözaltına alındı. MA
Okullara imam atanmasına bir tepki de Bursa’dan yükseldi: İzin vermeyeceğiz!

ÇEDES projesine karşı Bursa’daki, eğitim sendikalarından, veli derneklerine, siyasi partilerden, demokratik kitle örgütlerine otuzu aşkın kurumun bir araya geldi. ÇEDES’e Karşı Güç Birliği (ÇEKAG) ismi verilen oluşum, kentteki ÇEDES projelerinin ilk uygulamalarının başladığı merkez ilçesi olan Gürsu’nun İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü önünde basın açıklaması yaptı. “DİNDAR VE KİNDAR BİR NESİL YARATMAYA ÇALIŞIYORLAR” ÇEKAG adına basın açıklamasını Veli-Der Bursa Şube Başkanı Barış Dinga okudu. Dinga, devlet okullarının medreseye dönüştürülmek istendiğini ifade ederek şu açıklamayı yaptı: “Yaklaşık 21 yıldır ülkemizde önceki iktidarlardan daha farklı, kendi dünya görüşüne göre bir ülke yaratmak isteyen, kendi arzularına uygun bir toplum inşa etmeye çalışan bir iktidar var. Bu amaçlarına ulaşmak için pek çok yol-yöntem deniyor, çağdaş, uygar yaşam tarzlarına müdahale etmeye çalışıyor, kadınlara 2. sınıf insan muamelesi yapıyor, tüm toplumsal yaşamı baskı altına alarak biçimlendirmeye çalışıyorlar. Ama kabul edelim ki bu konudaki en büyük hedefleri, en çok baskı ve tahakküm altına aldıkları, çocuklarımız ve gençlerimiz oluyor. Çünkü biliyoruz ki, onların istedikleri insan modeli aslında gösterilmeye çalışıldığı gibi toplumumuzda çok değil ve her kendi sistemini dayatmaya çalışan ceberut iktidarlar gibi kendi makbul vatandaşlarını üretmeye gayret ediyor, biatı temel düstur edinmiş, eleştirmeyen, sorgulamayan, düşünmeyen, dindar ve kindar bir nesil yaratmaya çalışıyorlar. Bu yüzden de eğitimi, bu amaçlarına ulaşmak için en etkili ve işlevsel bir alan olarak görmektedirler. Bilimi temel alması gereken okullarımızı dinselleştiriyor; neredeyse her mahalleye bir imam hatip okulu açıyor. Öyle ki çocuklarımız, imam hatip okulları dışında gidecek okul bulamaz oldu. Diğer okulların müfredatını cihatçı bir içerikle dolduruyor, tarikat ve cemaatlerle yaptığı protokollerle onları okullarımızın içine soktukları yetmezmiş gibi, yetersiz okul ve yurt sorunundan dolayı çocuklarımızı onların okul ve yurtlarına mahkûm ettiriyor ve onların kucağına doğru itiyor. Bu konuda da en son atılımları; önce İzmir ve Eskişehir’in pilot bölge seçilerek çalışmaların başlanacağı bildirilmesine rağmen, Türkiye’nin çeşitli illerinden çalışmaların başlandığına dair haberlerini aldığımız; uygulanması için kentimizde de son hazırlıkları yapılan ÇEDES isimli proje. Milli Eğitim Bakanlığı Gençlik ve Spor Bakanlığı ve Diyanet arasında yapılan bu işbirliği protokolünün çalışma esaslarına göre, iktidar daha önceden gerici tarikat-cemaatlere bırakıp yaptırdığı işleri, artık tüm ülke çapındaki bir devlet organizasyonuyla doğrudan kendisi yapacak, milyonlarca insandan oluşan, kendine biat etmiş devasa tarikatını yaratmaya çalışacak. Ayrıca öğretmenlerimizin yerini, o nitelikleri bile tartışmalı, imam, vaiz, müezzin gibi din adamları alacak, okullarımız da birer medreseye dönüştürülecek.” “AYDINLIK MÜCADELEMİZE GÜRSU’DAN BAŞLIYORUZ” Siyasi iktidara seslenen Barış Dinga, açıklamanın devamında şu ifadelere yer verdi: “Bizler ne Aladağ’da tarikat yurdunda yanarak hayatını kaybeden kız çocuklarımızı, ne Ensar Vakfında çocuklarımıza yaşattığınız toplu tecavüz iğrençliğini, ne Antalya’da cemaat yurdunda boğazı kesilen Mehmet Sami Tuğrul’u, ne de Elazığ’da intihara sürüklediğiniz tıp öğrencisi Enes Kara’yı unuttuk. Bugün de binlerce çocuk ve gencimize aynı şeylerin yaşatıldığını; ÇEDES ismini verdiğiniz bu karanlık proje ile de evlatlarımıza reva gördüğünüz bu cehennemin başka bir aşamaya geçeceğini biliyoruz. Ayrıca kendi siyasi ve toplumsal amaçlarınız için, rant, yağma, talan ve sömürü üzerine kurduğunuz düzenin devamı ve bekası adına da tüm bunları sorgulamayacak, eleştirmeyecek, itiraz etmeyecek, tevekkül içerisinde boyun eğecek nesillere ihtiyaç duyduğunuzu da biliyoruz. Ve kurmak istediğiniz gerici kuşatmaya kentimizde Gürsu ilçemizden başladığınızı görüyoruz. Emekçi sınıfların yoğun olarak yaşadığı bu kadim ilçemizi karanlık projenizin başlangıç noktası olarak seçtiğiniz anlaşılıyor. Gürsu’da pek çok okuldan seçtiğiniz öğrencileri aldırarak ‘manevi danışman’ dediğiniz eğitimci niteliği taşımayan bir takım insanları da yanlarına vererek, cami gezisi kisvesi altında, çocuklarımızın pırıl pırıl, saf ve tertemiz zihinlerine kendi amaçlarına hizmet etmelerini sağlayacak o karanlık düşünceleri boca etmeye başlamışlar. Bu yüzden ÇEDES isimli bu gerici projeye karşı çocuklarımızın umutlarına güç verip, geleceklerine sahip çıkmak için olduğu kadar, aynı zamanda onların onurlarına ve yaşamlarına sahip çıkmak için kentimizdeki eğitim sendikalarından veli derneklerine, siyasi partilerden demokratik kitle örgütlerine kadar 31 tane kurum birlikte ‘ÇEDES’e Karşı Güç Birliği” adında bir oluşum kuran bizler de aydınlık mücadelemize Gürsu’dan başlıyoruz. Amacımız gerici bir kuşatma yaratarak, okullarımızı medreseye çevirecek olan ÇEDES’in uygulanmasının önüne geçmek, halkımızı bu sinsi proje hakkında bilinçlendirmek, toplumsal muhalefetin en geniş kesimlerini harekete geçirerek ona karşı olan itirazı örgütlemek ve çocuklarımızın özgür yarınlarını, aydınlık geleceklerini kazanmaktır. Cumhuriyet devrimimizin bize miras bıraktığı, aydınlanmacı, ilerici, çağdaş-uygar değerlerin etrafında, laikliği insanlığın en kıymetli birikimlerimden kabul eden, cinsiyet eşitliğini toplumsal yaşamın vazgeçilmezi olarak gören ve ÇEDES’e karşı kentimizde en geniş cepheyi oluşturarak, sokak sokak, mahalle mahalle ,okul okul, birleşik ve onurlu bir mücadele verecek olan bizler, buradan tüm kamuoyuna haykırıyoruz: Bursa’da ÇEDES’e izin vermeyeceğiz.” PİRHA/BURSA
6 Şubat Depremi’nin yıl Dönümü: Suçlular Bulunmuyor

Mereş merkezli depremlerde Hatay’da Çevre ve Şehircilik İklim Değişikliği Bakanlığı verilerine göre 89 bin 25 bina kullanılamaz hale gelirken; resmi rakamlara göre; 23 bin 065 kişi yaşamını yitirdi. Yıkılan binalardan biri de “En iyi teknoloji, en iyi malzeme” ve “Yaşlanılacak konut” sözleriyle pazarlanan ve Öz Burak İnşaatın Müteahhidi Hikmet Günsay’ın sahibi olduğu Atilla Eren Apartmanı. 2018 yılında yapımına başlanan ve 2021 yılında anahtar teslimi yapılan apartmanda 400 kişi yaşamını yitirdi. Günsay’ın ve Öz Burak İnşaat Şirketi’nin diğer binaları olan Hikmet Günsay Apartmanı, Akedemi Citiy Sitesi’nin bir bloğu, Elçiler Apartmanı, Buket Apartmanı ve Ayla Uçar Apartmanı da depremde yıkıldı. Hatay Barosu Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Başkanı Avukat Ecevit Alkan, davasını üstlendiği Atilla Eren Apartmanı’na dair detayları paylaştı. 7 KAT PLANLANIP 14 KATLI İNŞA EDİLDİ Alkan, yüzlerce kişinin yaşamını yitirdiği ve hala 55 kişinin kayıp olduğu Rönesans Rezidansı’na komşu olan Atilla Eren Apartmanı’nın inşa edildiği Ekinci Mahallesi’nin tamamının zeytinlik tarım arazilerini kapsadığına dikkat çekti. Bölgedeki imar durumunun değiştirildiğini aktaran Alkan, “Atilla Eren Apartmanı’nın yapımı sırasında yapı müteahhidi ekonomik zorluklar içine girdi. Bu süreçte apartmanın yapım süresi sekteye uğradı. Birkaç kişi müdahil olarak bürokratik ve ekonomik işlemlerde yardımcı oldu. Yani Atilla Eren Apartmanı yamalı bir bohça gibi inşa edildi. Bu bina önce 7 katlı olarak tasarlanmış ve planlaması yapılmış ama bittiğinde 14 katlıydı. 14 katlı yapabilmek için belediyelerden izinler alınması gerekiyor. İzinler sırasında bazı usulsüzlükler yapıldığı söyleniyor. Tabi bunların yargı yoluyla araştırılması için gerekli bütün başvuruları ve dilekçeleri verdik. Özellikle zemin etüdü raporuna ulaştığımızda bu alanın özelliği olan bir alan olduğu, tedbir alınarak inşa edilebileceği söylenmesine rağmen tedbirlerin alınmadığını düşünüyoruz” ifadelerini kullandı. ‘DELLİLER USULÜNE UYGUN TOPLANMADI’ 400 kişinin yaşamını yitirmesine rağmen iddianamenin henüz hazırlanmadığını belirten Alkan, deprem bölgesindeki soruşturmaların sağlıklı yürütülmediğine, delillerin usulüne uygun olarak toplanmadığına ve kimi delillerin ise karartıldığını anlattı. Alkan, “Buradaki apartmanlardan karot, demir örnekleri sağlıklı bir şekilde alınmadığını düşünüyorum. Çünkü bu işin hukuk, sosyal ve siyasi boyutları var. Siyasi boyutları deprem bölgesine çok büyük zarar verdi. Sürekli seçim yapan bir ülkeyiz ve seçimler vatandaşı memnun etmek üzere, hızlı bir şekilde aksiyon almayı gerektiriyor. Enkazlar hızlı, hukuksuz bir şekilde kaldırıldı. Bu nedenle buradaki ceza soruşturmalarının adaleti sağlayamayacağını düşünüyoruz. Ancak peşini bırakmayacağız” ifadelerini kullandı. ‘ADAY GÖSTERİLMEMELİ, YARGILANMALILAR’ Kendisinin de depremzede olduğunu vurgulayan Alkan, Hatay’ın yeniden inşasında aklıselim davranılarak sağlıklı bir planlamanın yapılmasını talep etti. İçişleri Bakanlığı’na da seslenen Alkan, kamu görevlilerinin sorgulanması için izinlerin bir an önce verilmesi gerektiğine işaret etti. Alkan, son olarak siyasi partilere seslenerek, burada var olan mevcut belediye başkanlarının yeniden aday gösterilmemesini ve yargılanmalarının yolunun açılmasını talep ettiklerini dile getirdi. MA / Yüsra Batıhan
Dersim’de Can Atalay kararına tepki: Yapılan darbedir!

TİP Milletvekili Can Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesine Dersim’den de tepki yükseldi. Türkiye İşçi Partisi Dersim İl Başkanlığı tarafından yapılan eylemde TBMM’nin Yargıtay eliyle darbe girişimine ortak olduğu belirtilerek, “Türkiye’de artık bir anayasanın bulunmadığı TBMM tarafından tescillenmiştir” denildi. Gezi Davası’nda 18 yıl hapis cezasına mahkum edilen ve AYM’nin iki kez hak ihlali kararı vermesine rağmen tahliye edilmeyen Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay’ın milletvekilliği dün düşürüldü. Kamuoyundan tepkiler yükselmeye devam ediyor. TİP Dersim İl Örgütü, konuya ilişkin Sanat Sokağında basın açıklaması yaptı. Açıklamaya diğer siyasi parti ve STÖ’lerde katılım gösterdi. Burada yapılan basın açıklamasını TİP Dersim İl Başkanı Ali Avcıoğlu okudu. “HATAY HALKININ İRADESİ YOK SAYILDI” Ali Avcıoğlu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) Hatay halkının iradesini yok sayan bir karara imza attığını belirterek, “Hatay halkı, iradesini ortaya koyarak Can Atalay’ı milletvekili seçmiş ve Can’a milletvekili mazbatası verilmiştir. Ortada Can Atalay’ın milletvekili sıfatı kazandığına dair hiçbir şüphe yoktur” dedi. TBMM’nin Yargıtay eliyle darbe girişiminin bir ortağı haline geldiğini ifade eden Avcıoğlu, “AYM kararlarının bağlayıcı olduğu ve tüm yargı kurumlarını bağladığı yönündeki Anayasa hükmü önce Yargıtay tarafından, ardından da TBMM tarafından fiilen yürürlükten kaldırılmıştır. Türkiye’de artık bir anayasanın bulunmadığı, anayasal güvencelerin ortadan kaldırıldığı, TBMM tarafından tescillenmiştir” diye konuştu. “HESAP VERECEKSİNİZ!” Ali Avcıoğlu, iktidardan ve ortaklarından hesap soracaklarını söyleyerek şunları kaydetti: “Ölümü reva gördüğünüz, ölüme mahkum ettiğiniz Hatay halkının iradesini hiçe saymanın hesabını mutlaka vereceksiniz. Bu ülkede geçmişten bu yana halk iradesini hiçe sayarak düşürdüğünüz milletvekilliklerinin ve kayyım eliyle gasp ettiğiniz belediyelerin hesabını mutlaka vereceksiniz. Can Atalay er ya da geç esir tutulduğu o dört duvar arasından çıkacak. Hatay halkı vekiline kavuşacak.” PİRHA/DERSİM